70’lerdeki uzay merakıyla boy ölçüşecek kadar büyük çapta olmasa da 90’lara dikkatli bakan biri genetiğin popüler kültürdeki tohumlarını görebilir. 90’lar gerek renkli civcivler olsun, gerek ilk kopya koyunumuz Dolly veya dinozorlar filan olsun insanlığın ve de dolayısıyla popüler kültürün genetikle imtihan yıllarıydı.
Bu mini akımın dünya çapındaki en büyük temsilcisi ise kuşkusuz 1993 yapımı Jurassic Park’tı. Aynı adlı romandan oldukça farklı bir uyarlama olan Jurassic Park’ı Steven Spielberg yönetmişti. Spielberg’in böyle bir projeye kefil olması ise yapımcıların 90’lara damga vuracak bir eser peşinde koştuklarını göstermekteydi.
Fikir basitti, bir süredir hücre kopyalamakta olan insanlar dinozor hücrelerine el atacak, saçma sapan tek hücreli organizmalar yerine kopyalamaya değer bir şey kopyalayıp üretecekti. Teoride mümkün olan bu uygulama (Jurassic Park’tan 3 yıl sonra kopyalanan ilk memeli olan Dolly doğacaktı) filmimizde gerçeklikten daha önce bir uygulama alanı buluyordu. Kopyalanan dinozorlarla bir adada mini bir ekosistem kurulacak ve dünyanın her yerinden bu sıra dışı hayvanat bahçesini görmeye gelenlerle paraya para denmeyecekti.
Film de 5 dakikasını cahil izleyiciye bu yüksek teknoloji prosedürünü anlatmaya ayırıyordu. Söylenene göre dinozorların kanını emip, reçineden kaçamayıp ölen ve kehribar içinde mükemmel bir şekilde korunan enayi sivrisineklerden alınan dinozor kan hücreleri klonlanıyor, eksik yerler tamamlanıyor ve yumurtalar birer birer açılıyordu.
Çoğumuzun çocukken “ya hadi yaaa dinozorlar çıksın artık” diye izlediği, filmin yavaş geçen bol diyaloglu ilk bölümünde ise insanlığın elindeki bu akıl almaz güç bilimsel ve etik açıdan enine boyuna tartışılıyordu. Kimine göre bu bir çocuğun eline silah vermek gibiydi, kimine göre ise bu keşif çağında bu imkanlara sahip olup bir şey yapmamak enayilikti.
Jeff Goldblum tarafından canlandırılan, sağduyuyu temsil eden Dr. Malcolm’un sözleriyle bütün bunlar doğal hayata tecavüz edilmesiydi ve çok yanlıştı. Doktorun “Tanrı dinozorları yarattı. Tanrı dinozorları yok etti. Tanrı insanı yarattı. İnsan Tanrı’yı yok etti. Ve insan dinozorları yarattı…” şeklindeki endişeleri, “Oha dinozor filmi!” diye sinemaya gitmiş (veya Cine 5 karşısına oturmuş) çocukları hiç ama hiç ilgilendirmiyordu.
Ancak filmin ikinci yarısı beklentileri karşılayacak aksiyonla doluydu. Tropik bir fırtına ve dinozor embriyolarını çalıp satmak isteyen bir ajan yüzünden adada işler çığrından çıkıyor, dinozorlar serbest kalıyor, Dr. Malcolm’un endişeleri doğru çıkıyordu. Hatta tıpkı onun dediği gibi yaşam üremenin bir yolunu buluyor ve kendini Tanrı sanan insana bir ders veriyordu.
Filmin dinozor yıldızları T-Rex ve velociraptorlardı, takdir edersiniz ki otçul dinozorlarda pek bir aksiyon yoktu. Ancak T-Rex ve de özellikle de her yere sığabilen velociraptorlar (ki yıllar sonra yapılan buluşlar velociraptor adlı dinozorun filmdekilerle pek bir alakası olmadığını gösterecekti) ekibimizin başına bela oluyor, kimseye iki dakika rahat vermiyorlardı. Velociraptorların çocukların peşinden koştuğu mutfak sahnesi ise filmdeki aksiyonun doruğuydu.
Şu saatten sonra kim dönüp gergedanın yüzüne bakar?
Aksiyon sahneleri dışında da film, insanın tanrıcılık oynamasını ziyadesiyle yargılıyordu. Bilim adamlarını sırf yapabildikleri için böyle bir şey yapmakla suçlayan film, dinozorları geri getirmeye gerçekten gerek olup olmadığını sorguluyordu. Sanki yapımcılar “Bugün yarın bütün bunlar hep gerçek olacak” demiş, bilim adamlarını bir kez daha düşünmeye itmişti. Ancak şöyle de bir şey var, Jurassic Park fikrine prensip olarak karşı olan uzmanlar da dinozorları görünce şöyle bir donakalıyor, “Vay be…” demekten kendini alamıyorlardı. Triceratops’u muayene eden zoologları gördükten sonra gergedanı kim ne yapsın…
Gördüğünüz gibi Godzilla ve o mantıktaki filmlerin aksine, bilim sayesinde elinde muazzam bir güç olan insanoğlu artık kendi dinozor düşmanlarını bile kendi yaratıyor, nükleer sızıntılara filan ihtiyaç duymuyordu.
2011 yılı itibariyle etrafta dinozor olmaması belki de bu filmin başarısı (veya suçu). Jurassic Park, artık yaratma hakkını kendinde gören insana “Sen kimsin lan?” diye sormasa belki, bilim adamları mükemmel domatesler yerine T-Rex’ler üretecek ve insanlık bir daha gün yüzü görmeyecekti… Neyse ki insanların dinozor sevdası popüler kültür kurgularıyla sınırlı kaldı. Jurassic Park’ın çocuklara ve meraklılarına pompaladığı dinozor aşkı ise serinin devam etmesine, Dinozorlar dergisinin ülkemize uğramasına önayak oldu.
Pingback: Dinozorlar Dergisi | 90'lar Müzesi
Pingback: Renkli Civcivler | 90'lar Müzesi
bir de jurassic park cipsi vardı. başta kartlar çıkıyordu içinden sonra plastik dinozorcuklar çıkmaya başladı ve sonra kayboldu gitti
cipsi vardı bir de başlarda kartlar çıkardı sonra plastik dinozorcuklar sonra kayboldu ortadan. tadı yanlış hatırlamıyorsam baharatlı doritos gibiydi
Bilimsel bilgilerimiz de o kadar körpeydi ki velociraptorları deve kuşundan çok iki bacaklı timsaha benzer yaparlardı. Gerçi hala bu hatayı inadına yapan kurumlar var. Çünkü yeterince korkunç görünmüyorlarmış. Oldu canım oldu; hayallerde yaşamaya devam…