90’larda çocuk olmanın en büyük ayrıcalıklarından birinde şimdi sıra: karşınızda unutulmaz Fame City!
90’ların arefesinde, Türkiye iyice rengini belli etmiş ve alışveriş merkezlerine yol vererek “komünist tehlikenin” tabutuna son çiviyi çakmıştı. Galleria, Ataköy’de açılmış ve farkında olmadan da olsa on yıl sonra başlayacak olan AVM istilasının habercisi olmuştu.
Bu alışveriş merkezlerinin ne menem bir şey oldugunu iyi anlayan, veya bu işin Batı’da nasıl yürüdüğünü iyi analiz eden bir girişimci de 1989 yılında Galleria’ya Fame City adlı bir çocuk oyun alanı açmıştı.
Aslında belki de çocuklar eğlensin diye değil de alışveriş yapan ebeveynler çocuk dırdırı çekmesin diye açılan “Feymsti”, ömründe lunaparktan gayrı bir eğlence parkı görmemiş olan Türk çocukları üzerinde sanki Ataköy’e Disneyland açılmış gibi bir etki yapmıştı. İstisnasız her çocuk, içerisinde Atari gibi yüksek teknoloji ürünlerinden, macera dolu oyun odalarına kadar her şey olan bu kapalı oyun parkı karşısında aklını kaybetmişti. Fame City sayesinde bir çocuk için “Hadi Galleria’ya gidiyoruz” haberi, “hadi tatile gidiyoruz” gibi bir etki yaratıyordu. Alışveriş yapan anne-babanın bizi Fame City’de bıraktığı 3-4 saat bize 10 dakika gibi geliyor, çıkış saati yaklaştığında içimize bir kasvet çöküyor, kalbimiz sıkışıyordu.
Dediğimiz gibi çesitli atarilerden tutun, karaoke odasına, Define Adası’ndan sopayla deliklerden fırlayan köstebeklerin kafasına kafasına çivi gibi çivi gibi çaktiğimiz çesitli oyunlara kadar, mütevazı bir ülkede büyüyen bir çocuğun 90’lı yıllarda isteyebileceği her şeye sahipti Fame City.
Fame City’ye girişte jetonlar alınır, bu jetonlar çesitli atraksiyonlarda harcanırdı. Çoğumuzun ailesi jetonları yenilemezdi, haklılardı da, jetonlar pek de ucuz sayılmazdı. Bu da yetmezmiş gibi bazı akıl almaz atariler iki jeton isterdi, çocuklar jetonları harcamadan önce bütün atarileri dolaşır, hiiç jeton harcamadan, oynayanları izler, oyun bitince de “ooh jetonu gitti enayinin” diye başka bir oyun izlemeye geçerdi. Tabii gönül isterdi ki her oyunu oynayabilelim, ancak amatörlüğün lüzumu yoktu, hangi oyunun jeton harcamaya değeceğini iyi bilmek gerekirdi. Oyunun hakkını verebilirseniz kırmızı kuponları elde ederdiniz, yeteri kadar kuponunuz varsa da çıkışta hediyelerden hediye beğenirdiniz. Ancak gelin görün ki kimsenin asla yeteri kadar kuponu olmadı, olamadı…
Fame City’nin asıl olayıysa, en azından benim için, Define Adası‘ydı. İçinde top havuzu, dev ağlar, devasa bir kaydırak, sallanan ipler gibi inanılmaz bölümler olan macera dolu bir oyun alanıydı bu Define Adası. Loş bir ışığa ve boy sınırlamasına sahipti bu oda, sanırım 1.50 metreden uzun çocuklar giremezdi. Ayakkabılar çıkarılarak girilir, içinde hoplanır, ziplanır, top havuzuna batılır, o uzun ağa güç bela tırmanılıp muazzam bir iş başarmış gibi sevinilir, çoğumuzun gördüğü en büyük kaydırak olan iki katlı bir kaydıraktan tekrar alt kata inilerek ufak zaferin meyvesi yenilirdi. Top havuzu da başlı başına bir fenomendi. Rengarenk plastik toplarla dolu bu havuza atlanır, zemine ulaşılmaya çalışılır, üzerimiz itinayla topla kaplanır ve yok olmuş gibi yapılırdı. çocukların var olmama konseptiyle ilk tanışması olan top havuzunda, havuzun doğası gereği hoplanıp zıplanırken bir çok eşya kaybedilirdi. Ancak top havuzunun en büyük sorunu bu değildi sevgili müzeseverler. Allah sizi inandırsın, sarı kıvırcık saçlı bir kız, ansızın bu nadide top havuzuna çişini yapmış, işini bitirince de “bu o kadar normal ki…” edasıyla etrafına bakmadan havuzu terk etmişti.
Fame City’nin başka bir özelliği de, McDonalds azlığında, aynı hedef kitlenin doğumgünü kutlamalarına ev sahipliği yapmasıydı. Şanslı çocukların doğumgünleri burada olur, arkadaşları partiye gideceğine mi Fame City’ye gideceğine mi sevinsin bilemezdi. Sağdan soldan palyaçolar fırlar, herkes pastasını zordan yiyip oyuncaklara akın ederdi.
Fame City, Galleria çevresinde oturan şanslı veletlerden İstanbul’a gelince kendisini ziyaret etmeden ayrılamayan yurdum çocuklarına kadar, buraya gitme şansını elde eden her 90’lar çocuğu için Hac niteliğindeydi.
Yıllar geçti, Fame City İstanbul’dan sonra İzmir’e de açıldı, ancak ilerleyen çağa ayak uyduramadı ve mali sorunlar yüzünden kapandı. 90’lar çocuklarına ise aslında dandik olan bu oyun parkından bitmez tükenmez bir eğlence çıkarmanın haklı gururu kaldı.
Pingback: McDonald’s | 90'lar Müzesi
Fame City İstanbul’da yaşayan her çocuk gibi benim de en büyük neşe kaynağım olmuştu. Babam’ın Galleria’nın mimarları arasında yer almış olması kuşkusuz Galleria’nın yerini her zaman ben de biraz daha özel kılmıştır. Bu durum elbet bana avantaj da sağlamaktaydı. Galleria’nın açılışı ardından babamla sıklıkla giderdik ve her seferinde de Fame City turunu kapardım.
En büyük favorim tabi ki Define Adası’ydı, bunun yanı sıra mini golf, girişte sağda bulunan simülatör ve kafasına tokmakla vurduğumuz kurtlar da en sevdiğim oyunlardı.
Fakat tüm çabalarıma rağmen ben de hiç bir zaman o ışıltılı hediyeleri kazanamadım. Her seferinde kuponlarım ya o saçma otomobil camına yapıştırılan Fame City çıkartmalarına yeterdi ya da anahtarlık vb. gibi şeylere…
Pingback: Street Fighter | 90'lar Müzesi
İstanbul ‘daydım ama çok büyük bir çoğunluk gibi bende maddi güçlüklerden dolayı gidemedim.Daha çok zengin çocuklarının takıldığı yerlerdi buralar.Bir iki defa arkadaşın arkadaşı varmış onun da bir kuzeni varmış o gitmiş tarzı duymuşluğum vardı sadece.
Cumartesi günü İzmir Hilton’da tekrar açılıyor yaşasın!…
İzmir Hiltonda Yine Açıldı.Ancak Yapım Aşamasında.Play Satation 3,Bownling,Rambo,Motorsiklet,Güc Deneyici ,Savaş Oyunları,Safari,Araba oyunları.Gittim Güzeldi
Fame City nin Ankara versiyonu ise Dreamland’di.Gene aynı dönemde açılmış ama daha mütavazi bir yer olan dreamland, 90 larda epey kalabalık bir müşteri kitlesinin olduğu Atakule’nin içindeydi.Büyüklerden yürüttüğümüz harçlıklar ile burayagider, topluca jeton alır, saatlerce harcardık.Ne yazıkki artık ne dreamland kaldı ne de atakule de açık bir dükkan.
tenis topunun kullanıldığı bir oyununda iyi bir sayı yapmama rağmen bana kupon vermeyince makine, sinirlenip o tenis topunu almıştım. ama “muhakkak cinayet mahaline geri döner” gerçekliğinde olduğu gibi, sürekli makinenin çevresinde dolanmıştım. en sonunda biri geldi. adam jetonu attı top falan yok, sağa bakıyor yok; sola bakıyor yok, yapacak bir şey yok. adam şaşkın. kamera şakası gibi. ben de ne olacak diye bakıyorum. adam söylenmeye başlayınca dayanamayıp topu vermiştim. ne dediğimi de hatırlamıyorum verirken. oradan kazandığım en kıymetli eşya idi sanırım o top, kısa süreliğine de olsa.
bir de bu sincaplı fame city çıkartması bir statü sembolüydü. ranzalarına, dolaplarının kapaklarına bunu yapıştıranların -hele ki birden fazlaysa- zengin aile çocukları olduğunu bilirdik. çıkartma dediğin öyle her türlüsünün eminönü tezgahlarında bolca bulunabildiği bir şey değildi.
makine puana göre alttan 3-5 tane kupon salardı..kuponları yavaş yavaş yırtmadan çekebilirsen fazladan kuponlar geliyordu:)) 2-3 kat fazla kupon alıyordum ama en sonunda görevliye yakalanmıştım:):) ama akıllanmadan aynı yöntemi yine uyguladım ama ne fayda.. anca anahtarlık yada etiket alabildim:):) çok pahalıydı hediyeler.
Fame City Anadolu çocuklarına Milliyet Kardeş, Doğan Kardeş gibi yayınlar aracılığıyla ulaşır, uzaktan uzaktan ağzımızın suyunu akıtırdı. Şimdi okurken gözümde Fame City anısı canlanacağına “çocuklar Fame City’de mutluluktan çıldırıyor” haberlerini okuma anısı canlandı resmen. Capitol’de vardı böyle bir oyun makinaları parkı ama adı Fame City olmayabilir. İstanbul’a her gidişimizde ona dadanırdım ben, Galleria’ya uzak Capitol’e yakındık.
Fakat Tatilya’yı da en cafcaflı zamanında çocuk olarak görmüş olmanın gururunu hala taşıyorum heh heh. Başlıklarda göremedim, Tatilya’yı da yazsanız güzel olur. Milliyet Kardeş/Doğan Kardeş’i de.
famecity yanindan gecerdik hep gecerdik ama gozumuz hep arkada kalirdi bilirdik icinde ne oldugunu ama ah iste o imkansizliklar deryasinda yuzdyguluz icin soyliyemezdik buyuklerimize gidelim diye
takii
yurtdisinda yasiyan amcam istanbula tatile gelinceye kadar cani sagolsun amcam para yonunden cok cmerttir bizim aklimiza hayalimze gelmiyecek paralari etrafindakilere dagitirdi yine o gunlerden birinde ve beni cagirip alin su parayi benim oglani bi gezdir demisti yalan olmasin heralde bi 100er mark fian vermisti ikimizede daha orta okula gidiyorum bianda kendimizi o muhtesem binanin icinde bulduk neyin ne oldugunu tabi bilmiyoruz atrei salonu gibi giriste jetonlari aldik galiba 4 tane jeton aldik buyuk jeton makinalara atmaya calisiyoruz girmiyo jeton biri en sonunda izah etti o jetonlari bozdurmaniz gerek diye neyse bozdurdugumuz jetonlar carcabuk bitti en cok tufekle piyona calan adama ates ederdik hedefi vurunca piyona calmaya baslardi ususnca bidaha bidaha falan aksami emistik tabii paralar da bitmisti eve donduk hic unutmam babam amcanin verdigi parayi ne yaptigimi sorunca ateride yedik dedim o kadar kizdi ki anlatamam
ama kizsin o binaya sonunda girdimya gozum biseyi gormedi
bunu anlatmama vesile oldugunuz icin tesekkur ederim
Galleria dışında Kadıköy (Şuanda PTT binasının yanında) ve Ümraniye Princess binası altında vardı, bir tane de yanlış anımsamıyorsam Küçülyalı Bağdat Cd. üzerinde vardı, Galleria hariç hepsine gitmiştim, zira Ümraniye de oturunca 13 yaşında bir çocuğun 1996 senesinde Ataköy ‘e gitmesi biraz zordu.
Şimdi sizlerin anılarını okuyunca aklıma geldi o güzel günler, tekrar o zamanlara gitmek istedim ama ne fayda.
Her yıl sabırsızlıkla bekleyip gittiğim Compex Fuarları (profesyonel ziyaretçi kartını da 🙂 almayı unutmamak lazım tabi), Kadıköy Stadın oraya kurulan bit pazarları, liste yapıp kasetçilere çektirdiğim Mix 96, 97,98 kasetleri, Türkiye ye ilk gelmiş Laser Tag oyunu olan Capitol Quasar, marketlerde hamburger keyfini yaşatan Quick Burger tezgahları….
Çok yaşlandım be 🙂 Özlüyorum, hemde çok özlüyorum..
Şimdi telaşlarım elektirk, su , doğalgaz, telefon, internet faturaları, kredi kartı ekstreleri, arabanın temmuz pulu ve muayenesi, Pazartesi çalışacağım proje.
Bildiğin mutsuzum arkadaş, sabahtan beri yatıyorum koltukta 6 da kalktım ama halen bir yere gitmek için kalkacak gücü bulamıyorum kendimde.
Halbuki kalkar kalmaz aklımda bugün:
Önce bi doğubak yaparım, sonra bir eminönü, hemen ardından beyazıta doğru çıkarım, ordan da bir elektronikçiler çarşısı diye plan yapmıştım..
90 lilarda cocuk olmak farkliydi simdikilere bakiyorum ellerinde tel cogu onez.sakaryali olarak evden kacip fame citye giderek turnikelerin altindan kacak girmenin tadi cok farkliydi 10 yasinda bir cocuk icin.icerde o kahverengi jetonlarin 4 tane kucuk jeton yerine gectigini bilmeyen cahillerin makinalra atarken izlemek ve onlara makinanin 2 jetonla calistigini soylemek sonrada makinanin jetonlari yuttugunu soyleyerek jetonlari alip kara borsada satmak cok keyifliydi calisanlarla kanka olup sinirsiz kredi ike oyun oynamak kazandigim token lerle aldigim hediyeleri hic soylemiyorum.10 yasinda ilk lewis kotumu alacak kadar param olmustu kimse daha lewis bile bilmezken.kapanincada en cok uzulen bendim herhalde 🙂