Diablo

Takdir edersiniz ki 90’larda teknolojik gelişmeler kliplerdeki ışık efektleriyle sınırlı kalmadı. Özellikle 90’ların sonuna doğru bilgisayarlar her eve girmişti ve diğer oyun konsollarına göre daha güçlü olan bu makineler oyun oynamaya daha müsaitti. Günümüzdeki gibi büyük yapım şirketleri marketi tekel altına almamış, 90’larda çıkan pek çok oyun kendileri de oyun oynamaktan büyük keyif alan ufak yazılımcı grupları tarafından “amatör ruh” ve el emeği göz nuru ile hazırlanmıştı. Şu an dağıtımcı şirketler ESRB* ratingini düşük tutarak “çoluk çocuğa” hitap eden, içeriği basit, grafikleri parıltılı oyunlar üretme, okul tatillerine yetişsin diye yazılımcılara deadline’lar koyma ve bu nedenle oyunları önce piyasaya sürüp, sonra çıkan patch’ler ile hatalarını giderme yolunu benimsemiş olsalar da, 90’ların oyunları hem üretici, hem de tüketici tarafında “işi bilenlerin” elindeydi.

90’lardan sonra baş meleğimiz Tyrael bile, Cennet’in kapısını korumak için yaptığınız savaşta silah arkadaşınızı diriltmek için para ister oldu…

Bu logoyla ileride daha çook haşır neşir olacaktık...

Artık meşhur World of Warcraft ile darphaneye dönüşen Blizzard da Diablo ile 90’larda çocuk olanların ergenliğine damga vurmuştu. Zaten Blizzard Diablo’dan önce, oyununu yapmak için anlaştığı Warhammer serisini alıp yeniden yorumlayarak Warcraft’ı çıkarmış, bu oyun da camiada kült strateji oyunları arasına girmişti. Yani Bill Gates ile Hintli kankası, Mark Zuckerberg gibi isimlerin yanına şanlı Blizzard’ı da koyarsak abartmış olmayız.

Bir izometrik aksiyon RPG (Role playing game) olan 1996 tarihli Diablo esasında bu türde çıkan ilk oyun değildi. Şimdilerde kimsenin ismini hatırlamadığı Crusader serisinin tüfek yerine kılıç kullanılan versiyonu bile denebilir kendisine. Fakat Diablo’yu gerçek bir klasik yapan en önemli etken, öncelikle o yıla kadar (bence hala) kurgulanmış en iyi atmosfere sahip oluşu -ki Butcher’ın odasınının kapısını açıp, town portal bile açamadan diğer bölümün kapısına kadar kaçmayan kimse olduğunu zannetmiyorum-, sonra da Blizzard’ın gerçek bir vizyoner olduğunu gösteren, şimdi bastığı milyon dolarların temel taşı battle.net multiplayer sistemidir.

İn de nasıl ineceksin...

Kahramanımız yıllar sonra köyüne döner, köyün blacksmith’i, healer’ı, ayyaşı hatta dışlanmış cadısı gibi eski dostlarla karşılaşır, akabinde tavernacı Ogden ona Prens’in kaybolduğunu, Kral’ın onu bulmaya gittiğini, bununla beraber kilisenin ordan tuhaf ayin sesleri geldiğini söyler. Tabii ki bu durumu araştıracak olan, gururu felaketini getirecek kahramanımızdan başkası olmayacaktır…

Kiliseyi araştırmaya giderken yolda yaralanmış bir köy sakinini buluruz. Bize daha sonra aklımıza “FRESH MEAT!” repliğiyle mıh gibi kazınacak olan Butcher’dan bahseder ve son nefesini kollarımızda verir. Kiliseye girdiğimizde macera başlar.

İşler yavaş yavaş çığrından çıkıyordu.

Müzik ve mimari, özellikle yaratıkların çıkardığı sesler zaten bizi diken üstünde tutarken, oyunda en ufak bir dikkatsizlik içinde acı cığlıklar içinde ölüyor olmamız (evey oyun şimdikilere göre çok zormuş, ben Diablo 2’den sonra tekrar oynadığımda bile pek çok kez feci şekilde can verdim),  yaratıkların biz öldükten sonra cesedimizin etrafında toplanıp vurmaya devam etmesi, bölümü geçince “bölüm bitti” gibi bir yazı yerine sürekli “down to level xx” diye ucu gözükmeyen bir delikten daha derine inmemiz, gerginliği tırmandırdıkça tırmandırmaktaydı. Derinlere indikçe kilise mimarisinden yer altı mezarlarına geçişimiz, içinden lav akan mağaralar ve en sonunda kemikten kazıklara geçirilmiş, derisi yüzülmüş insan bedenleri ile bezeli cehennem hava karardıktan sonra genç oyunseverlerin Diablo’yu odasında tek başına oynamasını güçleştiriyordu. Misal ben Hell’ e ilk geçtiğimde, girer girmez dev bir yılanın üstüme yapışmasıyla klavyeyi mouse’u bırakıp gözlerimi kapatmıştım…

Kilisenin altındaki derinleri keşfettikçe, lanetlenmiş Kral ile karşılaşıp onu ebedi huzura kavuşturmamız, köye giden yer altı suyuna zehir katan kalleş iblisleri yiğitçe bertaraf edişimiz, Butcher’ı öldürerek masum kadın ve çocukların intikamını almamız ve her şeyin sorumlusu Archbishop Lazarus’u -ki daha herhangi bir oyunda bütün kancıklığın eğer varsa bir bishoptan kaynaklanmadığını görmedim; bu da Prens’in bedenini şeytanın ruhuna satmış Hollywood için Naziler neyse developper’lar için Kilise de odur- da temizleyerek artık ŞEYTAN’ın karşısına dikilecek güce erişmemiz Tristram halkının yüreğine su serperken bizim de yüreğimizi kabartmaktaydı.

Blizzard laga luga yapmamış ve oyunun adını doğrudan Şeytan koymuştu.

Kahramanımız sayısız yiğitlikten sonra yerin 16 kat dibinde Şeytan’ın ta kendisiyle burun buruna gelip, çarpışıp, galip geldiğinde bedeninin şeytanın ruhu tarafından ele geçirilmiş prensten başkası olmadığını görür. Bu ruhu hapsedebilecek gücü büyesinde barındırdığını düşünen kahramanımız, taşı alır, kendi alnının tam orta yerine saplar ve yerin 16 kat altına kendini hapseder. Belli bir süre bunu başarmıştır da…

Ancak sonrası için (bkz. Diablo 2) ve yine (bkz. 90’ların sonunda iz bırakmış, herkesin ICQ listesinde en az birinin nicki olan Devil’s Advocate filminin sonu).

Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.

Diablo aslında oyunu bitirdikten sonra başlamaktadır. Hemen 56k modemimizle birkaç denemeden sonra, o garip ses eşliğinde internete bağlanırız ve ayda bilmemkaç euro’ya üye olmadan battle.net’e girer, ‘tr’ kanalındaki arkadaşlarımızla beraber co op modunda karakterlerimizi iyice güçlendiririz. Yiğit savaşçılar kılıç ve kalkanlarını, çakal rogue’lar yaylarını, yine 90’larda stereotipleşmiş kel ve zenci büyücüler ise yeni kitaplarını defalarca Diablo’yu baştan keserek tamamladıktan sonra, Viyana kapısından şehri bozmamak için yağmalamayarak dönmüş yurdum neferleri hemen ikili gruplar halinde yabancıların oyunlarına girerek, önce kibarca “Town portal, please” der. Kimse kapıdan çıkacak felaketin farkında değildir, yabancılar öldürülerek hem oyunları bitirilir hem de kulakları ve cebindeki altın alınarak TR kanalına geri dönülür. Bir oyuna girdiğimde birinin önüne kendi kulağını fırlatmanın verdiği haz ise paha biçilemez.

Commandos, Theme Hospital, Civilization II ve Caesar 3 gibi oyunlarla birlikte adını tarihe altın harflerle yazdıran Diablo, 90’lara sığmadı taştı. Küçük Diabloseverler yıllarca sabırla, bıkmadan usanmadan Diablo II’yi bekledi. Şimdiyse aynı kitle, serinin ilk oyunundan belki de 20 yıl sonra çıkacak olan Diablo III’ü bekliyor…

*ESRB (Entertainment Software Rating Board): Bilgisayar oyunlarını yaş sınırlamaları çerçevesinde denetleyen kuruluş.

This entry was posted in Bilgisayar and tagged . Bookmark the permalink.

3 Responses to Diablo

  1. Pingback: Caesar III | 90'lar Müzesi

  2. Pingback: Theme Hospital | 90'lar Müzesi

  3. ben artık büyümek istemiyorum says:

    Evet Bende sabırla Diablo III’ü beklemekteyim.Kim beklemezki ? Bu serinin ilk oyununu oynayan her manyak bekler 🙂

    Diablo 1’le ben playstationda tanıştım.Ancak tabi 96’da değilde 2000’de oynamıştım bu oyunu.2000’de onca dolu oyun varken,aklım buna esti ve bunu oynadım.Ama ben bunu hiç single player oynamadım.Hep abimle veya kardeşimle oynadım.Gecenin bir vakti,karanlık bir odada üç kardeş(ikisi oynuyor,biri izliyor)diablo oynamak son derece zevkli ve bir o kadarda tırsılması gereken bir oyundu o yaşta.
    Dediğiniz gibi bizde Butcher’dan kaçardık…ama ödülü merak ediyorduk hep.”Ölünce ne vericek acaba ?” bu merak bizi cleaver adlı bir silaha kavuşturdu.Unique itemle tanıştığımız andır o.Turuncu yazı rekli ve bir çok özelliği olan o itemi ilk gördüğümüzdeki surat ifadelerimizi şimdi görmek isterdim doğrusu 🙂

    Oyunda beni en çok zorlayan yaratık ışıklı yıldızlar fırlatıp,hızlı hareket eden bloodstar’dı..Kabusum olmuştu.Hele ki iki kişili modda oynayanlar bilir,tek kişilik moda oranla çok daha fazla yaratık gelirdi,bloodstarların fazlası tam bir kaos yaratırdı ortamda.
    Ve şeytanla karşılaşmanın zannedildiği kadar zor olmadığı,o son boss’un o kadarda zor ölmediğini anlamak için oyunu bitirmek gerekiyordu ne yapalım 🙂

    Oynadığım en iyi oyunlardan biridir kesinlikle…

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s