Elbet devlet okullarında beslenme saati uygulaması ve bu uygulamanın vazgeçilmezi beslenme çantası halen mevcuttur, ancak 90’larda özel okul kavramı şimdiki yaygınlığından bir hayli uzak olduğundan, devlet okullarında zengini, fakiri birlikte 3 kişilik sıralara sığışır, dolayısıyla beslenme çantası fenomeni dönemin çocuklarının büyük çoğunluğunun hayatında mühim bir yer kaplardı.
Sözde herhangi bir ayrım gözetmeden her yavruya eşit davranacak olan sınıf öğretmenimiz, akıllara zarar davranışları ile bize daha 7 yaşlarındayken bazılarının daha eşit olduğunu öğretmişti. Üstelik öğretmen figürü körpecik zihinlerimize anne kadar kutsal, cefakar bir şahıs olarak kazınmıştı, eğer o böyle davranıyorsa bir bildiği vardı. Öğretmenler Günü’nde pahada en ağır hediyeleri gönderen velilerin öğencileri nadide bir çiçekken, öğretmen çağırdığında dahi görüşmeye gidemeyen, ekmek parası derdinde, malum günde en fazla bir demet çiçekle öğretmenlerini onurlandırabilen velilerin evlatları ise, ayaklar altında fütursuzca çiğnenen çimlerden farksızdılar.
Bu dengeler çerçevesinde, tıpkı her gün başka model önlük giyen, çeşit çeşit yakalar
takan, dantelli beyaz çoraplı, 48 parçalık Mon Ami pastel boya setli kızların, dahil oldukları sosyal sınıfı metrelerce uzaktan muştulamaları gibi, beslenme çantası da sınıf nezdinde statünüzü derhal ele verirdi. Kimi çocuk her gün yarım ekmek arası kaşarlı sandviçe talimken, kimisi her gün asgari 4 çeşitten oluşan beslenmeleriyle, sınıfa bir göz ziyafeti çekerdi. Arka sıra müdavimi, yakası her daim bir tarafta sallanan, ayakkabılarının bağları ekseriyetle açık, sıra dayağında öğretmenin cetvelini daha bir hırsla avucuna indirdiği o çocuktan başlayalım misal. Genelde beslenme çantası bile olmayan çocuk (hadi adıAli olsun), çantasına attığı yarım ekmek sandvicini, ufak plastik bir kabın içindeki zeytinlerini katık ederek sırasında sessizce yerdi. Beslenme saati ritüellerini atlayarak yemek angaryasını hızla bertaraf eden Ali, kalan zamanında bahçede hızlıca bir maça dahi katılabilirdi.

Türk üst orta sınıf anaları, Japon muadilleri kadar sanatçı ruhlu olamasalar da, evlatlarına saçlarını süpürge ederlerdi...
Öte yandan sınıfımızın burjuva kesimi, çantalarıyla takım beslenme çantalarından çıkardıkları örtüyü sıraya serer, ufak boy karton meyve suyu, meyve, Halley ve mükellef bir sandviçten oluşan öğle menülerini nazlı nazlı yerlerdi. Yan sıradan mandalinayla değiş tokuş edilmek üzere sunulan elmayı bazen kabul ederler, anneye itaatsizliğin o tatlı hazzının tadını çıkarırlardı. Yemek bittiğinde yine beslenme çantasındaki minik plastik kutudan sabunlu bez çıkarılır, el ve ağız temizlenir, yemek faslı sona ererdi. Şimdi böyle anlattık diye zannetmeyin ki sınıfın ön sıralarında pötikareli örtülerle bezeli Avrupai bir piknik havası eserdi, kimi densiz veliler sayesinde o beslenme çantaları Pandora’nın kutusu misali açıldığı an, sınıf bazen saniyeler içinde mezbahaya, çöplüğe yahut lağım kuyusuna dönüşebilirdi…
Beslenme saati katillerinin başında, ortalama 10 dakika haşlanmış, kendisiyle aynı forma sahip plastik bir kaba ustaca yerleştirilmiş o lanet olası lop yumurta geliyordu. Kutusundan çıkarıldığı anda kendine has rayihası tüm sınıfı etkisi altına alan lop yumurtamız, nice mideleri hoplatmış, nice çocuğun yumurta ile ilişkisine süresiz olarak son vermiştir bilinmez, ama bu yumurta terörünün asıl suçlusu boyu 1 metrelerde gezinen günahsız çocuklar değil, onların aklıevvel analarıydı. Hayır, zaten o dönem ya sabahçıyız ya öğlenci, toplam 5 ders yapıp evimize dönüyoruz; yani ya sabah kahvaltımızı edip okula geliyoruz, ya da okuldan dönünce öğle yemeği yiyoruz, beslenme saatine tekabül eden o ara öğünde de o çocuk yumurtadan mahrum kalsın, ölür müsün cefakar ana? Onun dışında pis pis kokan peynir çeşitlerinden, bir plastik kasenin içinde beslenme çantasını şereflendiren ‘beyin salatası’na kadar nice yiyecek, aradan geçen 15-20 seneye rağmen beslenme saati aklımıza gelince istemsizce yüzümüzü ekşitmemize sebep oluyor, misal sen sevgili okuyucu, sen de beslenme saati mağduru muydun mavi önlüklü bir talebeyken?
Kimi öğretmenler, haftalık mönüler hazırlar, her öğrencinin bu mönüye uygun beslenmeler getirmesini şart koşar, bununla da yetinmez, emirlerinin doğru uygulanıp uygulanmadığını denetlemek için görevlendirdiği neferlerini aramıza salar, uygun beslenmeyi getirmeyenleri cezalandırır, hatta cetvelle sıra dayağından geçirirdi. Dar gelirli ailelerin çocuklarıyla, annesi çalışan, dolayısıyla her güne ayrı beslenme getirme lüksünden mahrum çocuklar bu şiddet eylemlerini çaresiz kabullenir, kendilerini acımasızca öğretmene ispiyonlayan arkadaşını da yadırgamazlardı. Esasında, ilkokul, gelecekteki sosyal yaşamımızın bir mikrokozmosuydu adeta, her türlü fitne fesat, çirkinlik öğretmen eliyle mübah hale getirilir, küçücük çocuklardan acımasız zalim yürekler yaratılırdı, ancak bu da bir başka yazının konusu…
Bir de 90’ların başı hala coşkuyla Yerli Malı Haftası kutladığımız, ithal ürünlere yalnızca belli bir zümrenin erişebildiği, dolayısıyla her cüzdanın bunları satın almaya muktedir olamadığı yıllardı. Şimdi diyetisyenlerin, ‘çocuğun beslenmesinden ceviz, süt ve muzu eksik etmeyin’ önermelerinin aksine, o yıllarda sınıfa muzu sınıfa getirmek dahi yasaktı. Sınıfta kimi çocukların hayatlarında yemedikleri, altın kadar kıymetli muzu herkesin önünde hapır hupur yemek çok ayıptı ne de olsa… Bir yandan sınıfta ayrımcılığın en çirkinini körükleyen öğretmenlerin, diğer yandan ‘eşitliği gözeten’ bu tür uygulamalarda bulunması nasıl bir ruh hali tartışılır elbette, ancak 90’lar çocukları bu kural yüzünden senelerce utanarak muz yedi. Zaman çok farklıydı, ananası anca çizgi filmlerde gördüğümüz yıllardı…
ahh ahh o dediğin yumurtayı ekmek arasında yiyen bir arkadaşımız vardı ve ismide hakkaten Ali idi kendisini kınıyorum.d
Muz gercekten muhim meseleydi..Ama dusunuyorum, bizim ogretmenimiz meseleyi daha dahiyane cozmus: Bizde beslenme yapmak toptan yasakti, tam da bu esitsizlik yuzunden. Sadece yerli mali haftasi yapardik ve onda da ust tabaka ailelerin cocuklari tum sinifa yetecek kadar muz getirmek zorundaydi..Ogretmenimi bir kez daha taktir ediyorum.
özel okula gittim ben, onda beslenme saatinde okulun verdiği yiyecekleri yiyoduk, ekstra bişey getirmek yasaktı.
muz mevzuunda da, 3. sınıf hayat bilgisi kitabındaki bilgi dün gibi aklımda “muzla patatesin besin değerleri aynıdır. muz yiyemiyorsanız patates yiyin”
Bİzim sağolsun bir Hüseyin hocamız vardı.Kendisi emekçi yoksul kesim çocuklarına aksine özel ilgi gösterir kimseden de hediye kabul etmezdi.Bazen beslenme saatinde bizlere süpriz yapar hepimize yiyecek bir şeyler hazırlatıp getirirdi.İzini kaybettik.Özlemle anarım hep 🙂