Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan, Bosna-Hersek, Makedonya, Karadağ, Kosova. Bu yedi ülkenin 20 sene önce ortak bir adı vardı: Yugoslavya.
Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, 1918 yılında kurulan Yugoslavya İkinci Dünya Savaşı’nda ortadan kalksa da, 1945 yılında Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti adıyla Mareşal Josip Broz Tito tarafından tekrar kuruldu. Bizim bildiğimiz, tanıdığımız Yugoslavya da işte bu Yugoslavya.
Yugoslavya’nın Alman işgalinden SSCB’den yardım almadan kurtulması, Soğuk Savaş boyunca yüksek bir milli onura ve “kimseye minnet etmem” düsturunu takınmasına sebep oldu. Diğer ordusuz ve çaresiz Doğu Avrupa ülkelerinde Moskova tarafından yeniden düzenlenen Komünist partiler birer birer seçimleri kazanır ve bu ülkeler Sovyetlere uydu devlet olarak eklenirken Tito Stalin’e kafa tutarak Yugoslavya’nın bağımsızlığını fiilen korudu.
Ülkesi Komünist Partiler Birliği Kominform’dan atılsa da, kendisi Doğu Bloğu’ndan dışlansa da zaten kendisinin ne SSCB’ye, ne Doğu Bloğu’na, ne de Varşova Paktı’na biat ettiği yoktu. Yugoslavya, SSCB’nin çıkarlarını sosyalizmin çıkarlarına her zaman tercih eden Moskova tarafından hep dışlandı, bu vesileyle de Soğuk Savaş’tan en çok bıkan ülkelerin oluşturduğu Bağlantısızlık Hareketi’nin kurucularından oldu.
Moskova ile ipler koptuktan sonra SSCB modelinden ayrılsa da Yugoslavya komünizme bağlı kalmayı bildi. Bu sapına kadar komünist yapısına rağmen Tito ne Batı’ya, ne Doğu’ya asla kapıyı kapatmadı, fakat ikisinin de kapısından içeri asla tam olarak girmedi. Kendisi de bir Hırvat olan Tito, Yugoslav kimliğiyle bu çok fazla uluslu federasyonu başarılı bir şekilde 1980’e kadar dengede tuttu. Ancak Josip Broz Tito 4 Mayıs 1980’de 87 yaşında hayatını kaybetti, ve ne olduysa ondan sonra oldu…
Tito ölür ölmez Yugoslavya kendisini beklendiği gibi ekonomik ve siyasi bir bunalımın içinde buldu. 1990’lara kadar kör topal ilerleyen Yugoslavya, kader ortağı ve rol modeli SSCB’nin de büyük iç karışıklıklar içine girmesiyle iyice cadı kazanına döndü.
1991’e gelindiğinde ise Slavlar kimi Katolik, kimi Ortodoks, kimi de Müslüman olduğu için, kiminin Europa yazdığını kimi Európa yazdığı için artık daha fazla birlikte yaşayamayacaklarına kanaat getirdi ve önce Slovenya, ardından Hırvatistan, daha sonra da Bosna ve Makedonya Yugoslavya’dan bağımsızlıklarını ilan etti.
90’lara damgasını vuracak Yugoslav Savaşları da böylece başlamış oldu. Önce Hırvatistan – Sırbistan arasında başlayan savaş serisine 1994’de Bosna’daki akıl almaz insanlık dramları, 1999’da da Kosova’da yaşananlar eklenecek ve bir zamanlar Balkanlar’daki en istikrarlı ülkelerden biri olan Yugoslavya coğrafyası istikrarsızlık, savaş, acı ve gözyaşı ile eşanlamlı hale gelecekti.
Yugoslavya’nın ve federe Sırp devletinin lideri Slobodan Miloşeviç 1990’lara damgasını vuran isim olacaktı. Çeşitli savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen birçok suçla suçlanan Miloşeviç, Yugoslav Savaşları’ndaki şiddetin en büyük sorumlularından biriydi.
Eşitlikçi bir anlayışa sahip Hırvat Tito’nun aksine Sırp Miloşeviç, Yugoslavya’nın Sırp merkezli bir devlet olarak tutmak istiyor ve ayrılıkçı güçleri gerekirse zor kullanarak Belgrad’a bağlı tutmak amacıyla tetiği çekmekte bir beis görmüyordu.
90’lar Yugoslavya’ya mezar oldu. Ancak, çeşitli şartların bir gereği de olsa, kendi çıkarlarını komünist ideallerin önünde tutan SSCB’ye kıyasla çok daha başarılı bir sosyalizm denemesi olan bu ülke, davulun uzakten gelen en hoş sesiydi belki de.
Yugoslavya ismi bir süre daha kullanılmaya devam etti, fakat SSCB-Rusya çelişkisi ile bocalayan genç beyinlerimiz gazetelerde sürekli şekil ve isim değiştiren bu ülkeyi atlas ve ansiklopedilerimizdeki haliyle kıyaslamaktan yoruldu. Ancak yorulan sadece bizler değildik, herkes bu coğrafyanın güncel halini takip etmekten, Yugoslavya’dan kaç ülke çıktığını saymaktan bitap düştü, bir zamanların en güçlü milli futbol ve basketbol takımları da böylece tarihe karıştı…
Yaşasın sosyalizm! Hiçbir sosyalist deneyim bugünkü kapitalist düzenden kötü olamaz. Değerini bilmediler yıktılar.
pek güzel bi siteymiş burası canıım. daha sık güncellense keşke diyecem ama bu sefer de 90’lara dair materyal sorunu yaşanabilir maalesef 😦 en iyisi ağırdan alın ama daha uzun soluklu olsun herneyse elinize sağlık efendim.
Pingback: Alf | 90'lar Müzesi
Türkiye’yi de bu şekilde bölmeye çalışıyorlar. Ancak birşey var unuttukları,Slavlar Türklere benzemez. Bu ülkede bütün halklar bin yıl boyunca beraber yaşar ve kardeştir. %99’u da kavim milliyetçiliğini reddeden İSLAMİYET dinine bağlıdır. Bu halklar öylesine kenetlenmiştir ki birbirlerine, bunları ayırmak mümkün değildir. Nasıl ki turuncuyu oluşturan sarı ve kırmızı renkler o renkten ayrılamazsa, Türk Milletini oluşturan Türkler, Gurmançlar (Kırmançiler), Kürtler, Zazalar, Türkmenler, Boşnak, Laz, Gürcü, Çerkes gibi renkler de bu ülkenin milli renginden ayrılamaz. Her Türk’ün ailesinde bir Kürt ya da bir Laz, Her Çerkes’in ailesinde bir Gürcü ya da bir Boşnak bulunabilir. Bunların bu durumda birbirlerinden ayrılması nasıl ki mümkün değilse, Türkiye’yi de bölmek bu doğrultuda mümkün değildir…
Bravooo!!! Bu tespitinle, tespit s..ma rekoru kirdin.
Sen bunu 90larda, cocukken mi yazdin. Tek zeki sensin heralde.
müslüman olmayan türkler ölsünler mi yani?
Holokostun gerçekliğini, kapsamını, mekanizmalarını (örneğin gaz odaları) veya maksatlılığını inkar etmek. Özellikle milliyetçi ve İslami basında oldukça yaygın olarak dile getirilen ırkçı inkar, kurbanın olmayan bir mazlumluk üzerinden günahkar/haksız çıkar sağlamak peşinde olduğu argümanına dayanır. Örneğin, Millî Gazete yazarı Fatih Sertyüz’ün 24 Şubat 2009’deki yazısı, ulusal bir gazetede son 20 yılın en ağır Soykırım inkarı metnidir. O yazıdan küçük bir kesit sunalım: ‘Gaz odaları da kocaman bir yalandı. […] Başka bir dolma Zyklon-B gazı hakkında yutturulmak istenendi. Alman makamları bu gazı, savaş sırasında ortaya çıkan ve binlerce insanın ölmesine yol açan Tifüs mikrobunu kırmak için kullanmışlardı. Yani Yahudileri öldürmek değil, bilakis kurtarmak istiyorlardı.’
Türkiye gazetesi yazarı M. Necati Özfatura’nın ‘Soykırımı Siyonistler planladı’ formülüne dayanan yaziyor ki: ‘İkinci Dünya Savaşı esnasında Hitler’in kıyımı ile Siyonist medyaya malzeme oldu. Yahudileri mazlum millet gibi tanıttılar. Aslında Hitler’i iktidara getiren ABD’li Yahudi bankerler ve çok uluslu şirketler idi. Hitler Avrupa’daki Yahudilerin Filistin’e göç etmeleri için soykırım yaptı. Ama bu dev aynasında büyütüldü. Kaldı ki Hitler’in soyunda Yahudiler olduğu biliniyor. İsrail’in kurulması dünya Siyonist teşkilatınca yıllar önce planlanmıştı. Bunu 2. Dünya Savaşı’ndan sonra başardılar.’
Bir halk olarak Yahudileri, bir devlet olarak İsrail’i soykırımı icat etmek veya abartmakla suçlamak.: Özellikle milliyetçi ve İslami basında oldukça yaygın olarak dillendirilen bu teze göre Yahudiler, bir soykırım icat ederek kendi emellerini (İsrail’i kurmak) meşrulaştırmışlardır.
İşin ilginci, bu söylem Müslüman ve Türklere karşı da kullanılmaktadır: İsviçreli Alexander Dorin, 2009’da yayınlanan Die Geschichte eines Salonfahigen Rassismus [Salon Irkçılığının Tarihi] adlı kitabında, aslında Srebrenica’da ne Soykırım ne de katliam yapıldığını; bu yalanın kendi emellerini (Bosna-Hersek’i kurmak) meşrulaştırmak için Aliya İzzetbegoviç ve Bill Clinton tarafından uydurulduğunu, olaylarda ölenlerin sayısının 2-3 kat şişirildiğini, öldürülenlerin de aslında Bosna Hersek ordusuna mensup askerler olduğunu iddia etmektedir.
Noam Chomsky de NATO harekatı öncesi çoğu cinayeti Kosova Kurtuluş Ordusunun işlediğini, Sırpların NATO saldırılarından sonra silaha sarıldığını iddia eder ve bu yüzden ciddi şekilde eleştirilir. Arada bir fark var mı?
Yunanistan’daki aşırı sağcı basın da, tezini güçlendirmek için Türklerin Ermenilere, Rumlara, Kürtlere uyguladıkları zulümleri sıralayıp; Nazilerin bile Türklerden esinlenerek ve Türklerin imha yöntemlerini kullanarak Yahudi Soykırımını yaptıklarını, Kıbrıs’ta da benzer bir etnik temizlik uyguladıklarını iddia edip, Türkiye’nin Barış Gücü çerçevesinde Kosova’ya asker göndermesini de ‘Balkanlara tekrar nüfuz etmek isteyen yayılmacı Türkiye Cumhuriyeti, Kosovalı Müslüman Arnavut azınlığı yıllardır silahlandırdı ve Sırplara karşı kışkırtarak bu isyana sebep oldu. Nitekim Prizren bölgesine Türk askeri yerleştirmeyi başardılar.’ diyerek, etnik temizlik sırasının Balkanlara geldiğini ima ediyordu. Bu yorumlarda Türklerin emellerini (Balkanlara geri dönmek) gerçekleştirmek için hem Kosovalı teröristleri yıllardır silahlandırdıkları, hem de Sırpların Kosova’da bir katliam yaptıkları hikayesini uydurdukları iddia ediliyordu. Yine düşünelim, bir fark var mı?
Sırplara göre de dünyayı, petrol zengini Müslüman elitler ve petrol tröstleri beraberce yönetmektedir: Sırp basınında, Bosna vahşeti sırasında, petrol zengini Suudi Arabistan, Kuveyt, BAE ve Katar gibi ülkelerin petrol gelirleriyle, Batı’da satın aldıkları şirketlerin listesini de ekleyerek, sık sık dile getirilen “Bazı nüfuzlu Müslüman ülkeler ve petrol endüstrisinde büyük çıkarları olan ABD ve NATO üyesi yardakçıları, önce Yugoslavya’yı parçalayarak zayıflattılar, sonra Bosnalılar eliyle Avrupa’nın göbeğinde bağımsız bir Müslüman devlet kurabilmek için, savaş sırasında ortaya çıkan ufak tefek bazı zorlukları abarttılar, gerçeği saptırarak Sırp askerlerini Srebrenica’da Soykırım yapmakla suçladılar ve bu yalanlarını petro-dolarları ile satın aldıkları uluslararası basını eliyle dünya kamuoyuna servis ettiler. “Şimdi Kosova’da aynı oyun bir kez daha sahnelenmekte’ türü ırkçı savlardan pek farkı yoktur.
Srebrenica Planned in Washington and Sarajevo
Excerpt from Dutch television documentary on Srebrenica. Features interview with Hakija Meholic the Muslim police chief of Srebrenica during the war.
İzzetbegoviç’in, uluslararası kamuoyunu harekete geçirecek, NATO müdahalesinin önünü açacak bir etnik temizliği öngördüğünü ve Srebrenitsa’yı kurban ettiğini iddia eden Boşnak yetkililer vardır ki olayların gelişimi de bunu doğruluyor (1993’teki bir görüşmede Bill Clinton’un Aliya İzzetbegoviç’e ‘Sırplar Srebrenitsa’da 5.000 kişiyi öldürürse askeri müdahale düşünülebilir’ demesi)
Srebrenitsa’da kenti korumakla görevli bir diğer birlik ise Boşnaklara ait 28. Tümen idi ancak bu tümen saldırı başlamadan kısa bir süre önce kenti terk etmişti. Kentin güvenliğinin sağlanmaması nedeniyle Srebrenitsa’nın düşmesinden Bosna Hersek’in eski Devlet Başkanı Aliya İzzet Begoviç de sorumlu tutuluyor. Srebrenitsa eski polis şefi Hakiya Meholiç’e göre İzzet Begoviç bilerek Boşnak sivilleri sürgüne terk etmişti.