Alternatif Rock

Şansımıza, sevgili müzeseverler, 90’lar müzik tarihindeki diğer onyıllarla rahatça boy ölçüşebilecek bir kimliğe sahip oldu. Trip-hop ve grunge’ın doğup büyümesi ve bütün dünyayı ele geçirmesi bir yana, 90’lar alternatif rock’ın da altın çağı olarak tarihteki yerini aldı.

Alternative rock denince akla...

Gerçi 90’ların müzik arenasında neler olacağı 80’lerin sonlarına doğru belli olmaya başlamıştı. Özellikle R.E.M.’in 1987’de kitlelere yayılan başarısı akıllardaki son soru işaretlerini de sildi ve geniş anlamdaki rock müziğin dönemlik varyasyonlarından 90’ların payına düşenin alternatif rock olacağını dünyaya muştuladı.

Alternatif rock’ın yükselişine paralel olarak 1989’da Seattle’ın himayesinde grunge da doğdu. Ancak Nirvana’yı, Pearl Jam’i kendi konu başlığına bırakıp, işin içinden çıkabilmek adına alternative rock’a geri dönelim.

R.E.M. 1980’de kurulmuş olsa da 80’lerin sonuna kadar aradığı popülariteyi yakalayamadı. Fakat müziğinde ısrarcı kalan R.E.M.’e 90’lar iyi geldi ve Man on the Moon, Drive, Everybody Hurts gibi yüz yıl sonra bile hatırlanılıp söylenecek istisnai şarkılarını bu onyılda dünyaya hediye etti. Çoğu kişiye göre 90’ların en güzel şarkısı olan Losing My Religion için ise sanıyorum söylenecek pek bir şey yok.

Yavru vatan İngiltere de kendi müzik kültürüne gayet yatkın bu akımı bağrına basıp belki de alternatif rock’ın en iyi örneklerini veren kendi gruplarını çıkardı ortaya. Çoğu güzel müzik akımı gibi alternatif rock da Amerika ve İngiltere tarafından sırtlandı. 1991’de kurulan ve skandalsever İngiliz basınının haber havuzu olmadan önce büyük bir gelecek de vaat eden Oasis, eski kıtanın bu kafadaki ilk gruplarından biriydi. Wonderwall, Champagne Supernova, Morning Glory gibi hitlerle akıllara kazınmayı hak eden Oasis’e ‘britpop’ macerasında Suede ve Blur gibi gruplar eşlik etti.

İngiltere’nin bir diğer ağır topu olan Radiohead ise 1992 yılında Creep ile büyük bir dikkat çekse de kimilerince 1995 tarihli The Bends‘e, kimilerine göre ise 1997 tarihli OK Computer‘a kadar ‘olmuş’ bir grup olarak kabul görmedi. Her şarkısı bir şaheser olan OK Computer‘ın mükemmel bir albüm olduğu ise her türlü müzik eleştirmeninin üzerinde mutabık olduğu ender konulardan biriydi. Radiohead 2000’lerde bol bol elektroniğe kaysa da 90’lar boyunca klasik anlamda alternatif rock’a hıyanet etmedi.

 

Radiohead’den birkaç sene sonra Placebo‘ya (Placebo – 1996), ondan da birkaç sene sonra Muse‘e (Showbiz – 1999) kavuşan İngiltere alternatif rock arenasında çılgın atmaya başlamıştı. Yıllar geçerken de alternatif rock değişmeye, akustik gitarları, sert distortion’ları, klasik sound ve aranjmanları terk etmeye başlamıştı.

90'lar çocukları bu aracın kırmızı deri iç kaplamasını unutmayacak...

İngiltere’de Skunk Anansie gibi gruplar alternatif rock’ın Charlie Big Potato gibi parmakla gösterilecek örneklerini sunmaya devam ederken diğer bir takım Avrupa ülkeleri de bu akıma kapılmadan edemedi. İrlanda, İngiliz gruplarına The Cranberries ile okkalı bir tokat atarken yıllardır bu oyunun içinde olan İsveç de dünya vitrinine The Cardigans ile çıkıyordu, biz genç Türk dimağlarına ise bu iki grubu sık sık karıştırmak düşüyordu.

Tabii Amerika da bu sırada boş durmuyordu. Ülkeye Nirvana’lı, Soundgarden’lı, Pearl Jam’li grunge havası hakim olsa da Beck gibi isimler sayesinde alternatif rock pek de boşlanmamıştı.

Bu noktada gelecek nesillere bir not düşmek lazım. Evet çocuklar, biliyoruz inanması zor ancak şimdilerin tiki popçusu Gwen Stefani bir zamanlar sıkı bir rock’çıydı ve grubu No Doubt ile alternatif rock’a büyük hizmetlerde bulunmuştu. Özündeki ska ruhu alternatif rock furyasına pek uzak kalamamıştı, iyi ki de kalamamıştı aslında çünkü bu sayede dünyaya Just a Girl, Tragic Kingdom, ve tabii ki 90’ların tartışmasız en iyi şarkılarından biri olan Don’t Speak‘i armağan edebildiler.

 

Alternatif rock’ın etkisine kapalı kalamayan başka gruplar da vardı: Red Hot Chili Peppers‘ın en iyi albümlerinden biri olan Californication‘daki (1999) alternatif rock havası albümü grubun diskografisinde farklı bir yere taşırken, aynı durum az çok The Offspring‘in Americana‘sı (1998) için de geçerliydi.

Alternatif rock zamanla ana akımdan sonra daha ‘yeraltı’ gruplara kaydı. Hatrı sayılır bir hayran kitlesi olan, ancak büyük gruplarla karşılaştırıldığında daha az bilinen Neutral Milk Hotel gibi gruplar ise, bazı müzik dinleyicilerine göre alternatif rock’ın 90’lardaki en başarılı örneklerini doğurduktan sonra 2000’lerin indie gruplarına yol verdiler. Ancak bu gruplar 90’ların alternatif rock dinleyicisini pek de tatmin etmedi, onlar kendilerini halen 90’ların playlist’lerine sığınır halde buldular…

 

This entry was posted in Müzik and tagged . Bookmark the permalink.

3 Responses to Alternatif Rock

  1. greateast says:

    The Cranberries’i tek geçerim…Kimselere bırakmam 🙂 Cardigans’ın da my favorite game ‘i unutulmaz.

  2. Ahmet says:

    The Cardigans ve No Doubt’i alternatif rock saymak mümkün mü, bilemiyorum. No Doubt eski zamanlarında ska tarzını icra ederken, Cardigans da pop-rock tadında şarkılar yapardı.

    • melquiades says:

      terimin en geniş anlamıyla, sayılır bence evet. No Doubt bolca ska olabilir ancak albümlerindeki alternatif rock’tan uzak duramadıkları aşikar (Don’t Speak, Simple Kind of Life gibi şarkıları hatırlayalım). Cardigans daha hafif evet, ancak onların da bu dönemde popülerleşmesi de alternatif rock’a duyulan ilginin sonucu olabilir, böyle bir dönemden bahsederken onları dışlamak olmazdı 🙂

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s