Yayın hayatına 1995-96 sezonunda başlayan İnce İnce Yasemince, 1994’teki Yaseminname’nin bir yıl sonra kanal değiştirmiş ve daha çok bilinen bir isme sahip haliydi aslında. Tiyatrocu Yasemin Yalçın ve ekibinin Olacak O Kadar’a rakip olarak hazırladığı bu tuhaf ‘dizi’, ufak ufak birçok skeçten oluşmaktaydı.
İnce İnce Yasemince’nin en büyük silahı da bu her hafta ufak birer macera yaşayan fiks karakterleriydi açıkçası. Yılmaz Erdoğan’la yollar Yaseminname’de ayrılmıştı ayrılmasına ancak adeta bir usta tiyatrocular geçidiydi İnce İnce Yasemince: Yasemin Yalçın’a Asuman Arsan, Erdoğan Dikmen, İlyas İlbey, Cihat Tamer, Suna Pekuysal, İlyas Salman, Zafer Algöz, Pelin Körmükçü gibi isimler eşlik ediyordu.
İnce İnce Yasemince’nin en akılda kalan karakteri belki de Sürahi Hanım‘dı. Gözlüğünün bir camı şişe dibi gibi olan, diğer camı da bandaj ile kaplanmış bir görüntüye sahip Sürahi Hanım, oğlu ve gelininin evinde yaşayan ve oturduğu köşeden evi herkese cehennem etmesine rağmen yaşından dolayı ev ahalisinden sonsuz tolerans gören bir babaanneydi. Sürahi Hanım aynı zamanda oğlunu yere göğe sığdıramayan, gelinini de yerin dibine geçiren gerçek bir kaynanaydı. Gelinine karşı tavizsiz bir reddediş halinde olan Sürahi Hanım onunla iletişimini “Taacii… Söyle şu kadına…” cümleleriyle sürdürüyor, sıradan bir günü de çekirdek yemek ve gelinine kıllık yapmakla geçiyordu. Dünyanın en bağımsız, dokunulmaz, bencil, asabi ama sevimli babaannelerinden biri olan Sürahi Hanım, sonsuz bir çekirdek ve lokum stoğuna kavuşmak için torunu Selvi’yi Bakkal Hasan ile evlendirmek istiyor, kimseye kızmayacağına garanti veremiyor, önüne gelene samimi hakaretler ediyor ve yanlışlıkla su yerine votka içip zil zurna sarhoş olduğu bölüm haricinde gelinine asla iyi davranmıyordu…
Bu 15 dakikayı geçmeyen popüler skeçlerin bir diğeri ise İtilmiş ile Kakılmış‘tı. Kakılmış evlere temizliğe giderek yuvasını geçindirirken kocası İtilmiş’in ise bütün olayı Kakılmış’ı dövmekti. Odağında dayak olan bu şiddetli ilişkiden, artık adına alışmak mı dersiniz, Stockholm sendromu mu, yoksa sofistike kişiliklerinin sıradan ilişkiler tarafından imkansız tatmini mi dersiniz, iki tarafında öyle aman aman bir şikayeti yoktu. Hem zaten Tchaikovsky’nin 1812 Uvertür’üne top sesleri koyması, Rihanna ile Eminem’in düet yapıp iki Holywood oyuncusuyla şiddetli aşk ilişkilerini öven bir klip çekmesi sanattı da, İtilmiş’in “Bana bak Kakılmış üçe gadar sayıyom, seni dövmem için bi sebep buldun buldun, bulamadın dayağı yidin” şeklindeki serzenişleri neden sanat olmayacaktı? Kısacası popüler kültür ve bizzat sanat şiddeti estetize edip överken “ayı neslinin utanç kaynağı” İtilmiş’in de biraz hakkı yeniyordu açıkçası…
Sürahi Hanım ve İtilmiş ile Kakılmış’ın arkasından ise Gülazer geliyordu.
Gülazer beceriksiz bir hırsızdı ve sürekli suç üstü yakalanıp karakola getirilirdi. Ancak Gülazer’in süper gücü de burada ortaya çıkardı. Mind trick ustası Gülazer, arabayı çalarken yakalansa bile Lost’taki Benjamin’i aratmayan manipülasyon tekniği ile illa serbest kalırdı, hatta bazen de bu işten karlı çıkardı. Kendisini merkeze götüren polis arabasını çalar, “Abe ben masumum komserim Kevin Costner’ım” şeklindeki tatlı diliyle nezarethaneden kurtulur, karakoldaki polis ve amirleri birbirine düşürürdü ve en sonunda ellerini başının üstünde birleştirir, 150 cm çapındaki kalçalarıyla göbek ata ata karakolu terk eder, yaptığı her şey de yanına kar kalırdı.
İnce İnce Yasemince’nin karakterleri bunlarla bitmiyordu şüphesiz. Cansu adlı bir başbayan ve yardımcısı Haset’in maceralarını konu alan Tansu Çiller taşlaması Başbayan, zengin kel zampara Şuayip, ilkokul öğrencisi al yanaklı Alican gibi karakterler programa renk katıyor ve isim değiştirerek birkaç sezon daha devam etmesini sağlıyordu. Yer yer Olacak O Kadar’ın gölgesinde kalsa da, İnce İnce Yasemince 90’lar Türk televizyonunun en başarılı dizi/tiyatro/skeç karışımı örneklerindendi şüphesiz.
Dursun Ali Sarıoğlu’nu unutmayalım. O da birçok skeçte (Başbayan’daki Haset, Hamsiye – Tursun) başroldeydi.
Pingback: Olacak O Kadar | 90'lar Müzesi
”gözünde peynir olan teyze” derdik sürahi hanım’a 🙂
Ufak bir hata olmuş, düzeltmeden geçemedim. 1812 Uvertür’ü Beethoven’a değil Tchaikovsky’ye aittir.
Teşekkürler, doğru hemen düzeltiyorum 🙂