Sailor Moon

Seneler önce, okuldan eve gelince heyecanla televizyonun karşısına oturup favori çizgi filmimizi beklediğimiz zamanlarda He-Man’inden Transformers’ına, Tsubasa’sından Şeker Kız Candy’sine pek çok kaliteli yapım mevcuttu yeni kanallarımızda. Ancak geçmişten günümüze kadar baktığımızda gerek vizyon, gerekse senaryo olarak pek azı Sailor Moon, Türkçe’si ile Ay Savaşçısı’nın derinliğine ulaşabilmişti.

Bir Ay Savaşçısı kolay yetişmiyordu...

Sailor Moon’un Japon kafasına çok uygun bir hikayesi vardı: Görevleri Dünya’yı, Ay’ı hatta tüm Güneş Sistemi’ni korumak olan, özel yeteneklere sahip kızlarımız, insanlığın zarar görmesi pahasına çıkar elde etmeye çalışan doğaüstü güçlere sahip varlıklara karşı amansız mücadele verirken, bir yandan da ergenlik sorunlarıyla boğuşmaktaydılar.

Kafanızı kurcalayan “Neden üç beş ergen Japon kızı Ay’ı korumakla uğraşıyor ki?” şeklindeki sorulara cevap bulabilmek için ise hikayenin en başına gitmek gerekiyor. Esasında kahramanlarımızın hikayesi olukça hüzünlü… Ay Krallığı Dünya’nın istilasına uğramış ve koruyucuları da savaşta ölmüşlerdir. Ancak Kraliçe, yani aynı anda hem iki atkuyruğu, hem de iki topuzu olan kahramanımız Usagi’nin annesi, kendini feda edip koruyucuları ve kızını reenkarne etmiştir. Biz bu hikayeyi her ne kadar çok sonraları öğrensek ve onlar önceki hayatlarını hatırlamıyor olsalar da, isimlerini Neptün, Venüs, Jupiter gibi gök cisimlerinden alan, çeşitli içeri-dışarı transferlerle ekibi her sezon güncellenen Barbie bacaklı kahramanlarımızın güçleri işte buradan gelmekteydi.

Dışardan baksanız kendi halinde Japon öğrencileri...

Sailor Moon’u özel kılan asıl şey ise, bir karış pileli eteklerinin yanı sıra, iyi ve kötü tüm karakterlerin davranışlarının açıklanıyor olmasıydı. Çoğu çizgi filmin aksine, kötü karakterler basit bir “dünyayı ele geçirmezse ölecek” sendromundan muzdarip değillerdi yalnızca: her hareketlerinin ardında kıskançlık, kalp kırıklığı, hayatta kalmak, kendi dünyalarını devam ettirebilmek gibi, bizim de kendimizi onların yerine koyduğumuzda haklı bulabileceğimiz itici güçler vardı. Kötüler kah ülkelerine hayatı geri getirmek için sonsuz bir uyum içinde çalışır, kah rütbe atlayabilmek için birbirlerine türlü türlü dalavere ve Bizans oyunları çevirip müttefiklerinin kuyusunu kazarlardı. O yaştayken çoğumuz açısından kötü biri için “dünyayı ele geçirme” gayet anlaşılabilir bir amaçtı ancak Sailor Moon, bu derinliği ile bir adım ileri gidip İskeletor’u “Ee dünyayı ele geçirince ne olacak?” şeklinde sorgulayan genç dimağları da kucaklıyordu. Sailor Moon, temelsiz basit kötülüklerden uzak duruyordu; kimin iyi kimin kötü olduğu izleyici tarafından sık sık sorgulanıyor, dizi bu yönden “çizgi film, çocuk şeyi işte” kalıbının dışına çıkıyordu.

Neptune ve "kuzeni" Uranus

Dizinin orjinali ve TRT’de yayınlanan versiyonu arasında farklar bulunuyordu, çünkü sorumluluk sahibi kamu görevlilerimiz çocuklara hoşgörü katabilecek detayları, Türk aile yapısı ve ahlakına aykırı düşmesin diye rötuşlamışlardı. Dark Kingdom’un eşcinsel kumandanlarından Zoisite, “ee zaten kadına benziyo, buna kadın dublajı yaparsak kimse çakmaz” denilerek kadın yapılırken, kahramanlarımızdan lezbiyen bir çift olan Neptune ve Uranus ülkemizde kuzen olarak gösteriliyordu.

Ancak bütün bunların yanında yapıma klasik Japon çizgi filmi detaylarının hakim olduğunu da esgeçmeyelim. Evreni ve hikayesi itibariyle Sailor Moon zaten yeteri kadar Japon’du, ancak bölümlerin yüzde 90’ında kızlarımız kötülerin planını çözdükten sonra başları “bölüm sonu canavarı” ile beladayken, genç kızların sevgilisi, kahramanımız Usagi’nin yavuklusu Tuxedo Mask’ın özel Japon görüntü ve ses efektleri eşliğinde bir anda ortaya çıkması ve gül fırlatarak kızlarımızı kurtardıktan hemen sonra onlara hayat dersi vermesi ve esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolması gibi detaylar yapımın ‘Japonluğunu’ arttırıyordu. Tabii her biri 5 dakika süren, kızlarımızın özel kelimelerini haykırarak liseliden sailor senshi’ye dönüşüm sahnelerini de atlamamak gerekir.

Her şey 5 dakikalık bir dönüşüme bakardı...

Tabii bu pembe tablonun yanında, ‘Sarı Zeybek sendromu’ olarak da adlandırabileceğimiz, küçük çocukları duygusal aşırı doz uygulayarak ağlatma unsuru Sailor Moon’da da mevcuttu. Özellikle sezon sonlarında, bir çizgi filmden beklenmeyecek şekilde, kahramanlarımızdan biri veya birkaçı ölür, biz de ekran başında salya sümük ağlardık. Günümüzde bile yalnızca en sansasyonel yapımların alabildiği bu risk Sailor Moon’un farklı vizyonunu kanıtlar nitelikteydi. Tabii özü reankarnasyona dayanan dizimizde dirilme kurumu çoktan mantıklı bir zemine oturtulmuştu. Şimdi bakınca, ana karakterleri öldürmek oldukça sert olsa da altmetindeki diğer öğelerle beraber, seriyi sadece bir çocuk çizgi filmi değil büyüklerin de izleyebileceği bir yapım statüsüne taşıdığı rahatlıkla söylenebilir. Dikkati çeken bir başka detay da dizideki tüm canavarların her zaman alışveriş merkezlerinden çıkmasıydı ki, bu da zamanının ötesinde bir kapitalizm eleştirisinin genç beyinlere kazınması, 10 yıl sonra başımıza geleceklerin önceden duyurulması olarak değelerlendirilebilir.

Sailor Moon yüzeysel olarak bir grup kahramanın evreni kötü güçlerden koruması teması üzerine kurulu olsa da, tüm yan karakterlerin detaylı bir şekilde, sebep sonuç ilişkisi çerçevesinde işlenmiş olması esere kalite, altmetindeki zenginlik ve genç beyinlere işlediği hoşgörü ve arkadaşlık gibi değerlerler de derinlik katmaktaydı. Bir gün çocuğum olduğunda yaşı geldiği gibi dvd ye takıp izleteceğim ilk çizgi film olacağını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Ayrıca şundan emin olabilirsiniz ki küçükken Sailor Moon’ u izleyip sindirmiş olan bir çocuk, büyüyünce kötü olamaz, etrafınıza bakın, anlayacaksınız.

This entry was posted in Televizyon and tagged , . Bookmark the permalink.

12 Responses to Sailor Moon

  1. Anonymous says:

    mesela ben hiç kötü biri olmadım ay savaşçısını izlediğim ve sindirdiğim için 🙂 hala izliyorum ama tv karşısındaki tat yok tabi.

  2. Anonymous says:

    son cümle kesinlikle çok doğru

  3. Maskeli Smokin adamımdı yahu! 🙂 Usagi ve kızlar kötü durumda kalmış ve tam umutların tükendiği sırada bir gül saplanırdı betona (!) 🙂 Müziği de burada bakın, dinleyin, hatırlayın…

    Not: Sakın bu animeyi orijinal dilinde izlemeyin! 🙂 Hoş, Türkçe Dublajlısı da kaldı mı ki net aleminde?!

  4. Serinin kesinlikle orjinal dilinde izlenmesi gerek, çeviri ne kadar başarılı olursa olsun çok fazla değişiklik var ve tabii ki bir animeye en büyük hazzı japonca katar. Ayrıca düzeltmek isterim, Uranüs ve Neptün’ün eşcinsel olduklarına dair animede hiçbir şey yoktur.

  5. Serenity says:

    Sailor Moon bende çok derin bir iz bırakan ve bana çok şey katan nadir şeylerden bir tanesi. Benim için biraz bağımlılık gibi çünkü ben umudu hüznü bu animeyle öğrendim, arkadaşlığı, aşkı bu animede tattım. yeri bende o kadar büyük ki ne zaman kötü hissetsem bana iyi geleceğini, şiddetin bir çözüm yolu olmadığını, her zaman başka bir çözüm yolu bulunabileceğini, pes etmemeyi insanların dış görünüşü ile yargılanmaması gerektiğini,fedakarlığı ve insanların duygularına göre hareket etmelerini bu animeyle öğrendim. çokça ağladığım ve güldüm.16 yaşında olmama rağmen çocuk kalmayı ve sıradanlığın aslında ne kadar mükemmel olduğunu, aslında her gülüşün her bakışın altında hüznün olduğunu öğrendim. Sailor Moon u tattığım için, bana kattıkları için hiç pişman değildim, değilim ve olmayacağım. ayrıca gerçekten içten yazdığınız bu yazı içinde kendi adıma çok teşekkür ederim.

  6. Anonymous says:

    çok güzel bir çizgi filmdi. maskeli tuxedoyu çok net hatırlıyorum 🙂 emeğiniz ve paylaşımınız için teşekkür ederim. ayrıca belirtmeden geçemeyeceğim; burada, araştırılarak edinilmiş bir şeyler yayınlanıyor ve nedense bazıları her söylenene anında itiraz ediyor. önce bir araştırın sonra konuşun arkadaşlar gördüğüm kadarıyla burada kimse kafasından uydurmuyor bir şeyleri…

  7. Mustafa says:

    Merqualides’ti sanırım bu yazıları yazan arkadaşımız ?
    Bir şey soracağım Sailor Moon zamanında bi Japon çizgi filmi daha vardı 12 yaşlarnda bi çocuğun hkayesni anlatıyodu..Bu çocuk hep kızlara asılıyodu mesela arkadaşı banyo yaparken küvetin yanına geliyo, göğüslerini falan görüyodu sonra tepkiden dolayı kaldırmşlardı galiba.. o çizgi filmin adı neydi ?

    • Remedios says:

      Yazıyı Barış Dede isimli yazarımız yazmıştı, ama kendisi hatırlar mı bilmem, ben hatırlayamadım ama bir de Georgie vardı, abisiyle çırılçıplak soyunup yatağa falan girerlerdi, tuhaf zamanlardı vesselam…

  8. abdullah oğuzhan says:

    bide bunu japonca izleyin. kesinlikle aldığınız haz 2 ye katlanıyor. Türkçe dublajı pek başarılı bulmuyorum japoncasını izledikten sonra. ama az mı beklerdik tv karşısında ay savaşçısı başlayacak diye. hep kendimi smokinli şovalye yerine koydum 😀

  9. Burcu says:

    Sondaki tespit cok dogru

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s