“Sen Hep Oynarsın”

Oyun konsolları Atari ve Commodore’la geldi güzide yurdumuza. Hem bu konsollar, hem de popüler oyunları 80’lerin sonunda ortaya çıksa da ülkemize varması ve popüler bir sünnet hediyesi olması 90’ları buldu.

Sonra ise Tetris’ti, Mario’ydu, River Raid’di, saçma sapan bir tabancayı ekrana doğrultup bu tuhaf teknolojinin çalışıp çalışmadığını anlamaya çalışarak başında kıymetli dakikalarımızı harcadığımız ördek vurma oyunuydu, International Soccer’dı, International Karate’ydi derken zamanın nasıl geçtiğini anlamadık.

Her şey geçer Tetris kalır.

Tetris

İşte karşınızda canı sıkılan bir bilgisayar mühendisinin, matematiğin temel şekillerinden olan ve merkezin iki yanına eşit sayıda ağırlık yüklenerek oluşturulan dört haneli basit poliominoları bir araya getrirerek oluşturduğu canlı bir puzzle oyunu. Yani bildiğiniz Tetris. Rusların dünyaya en büyük armağanı. Çok basit bir mantığa dayanan Tetris, basit geometrik şekilleri usturuplu bir şekilde dizip yatay bir kat oluşturmayı hedefliyordu. Oluşturduğumuz kat, bize oyuna devam edebilmek için ihtiyacımız olan alanı yaratarak yok oluyordu.

Çocuklar bu oyunu çok sevdi. Şekillerin her birine ayrı sevgi beslemeye başladı. Z şeklindeki parçadan nefret eder, dört parçalı uzun çubuğu hasretle bekler oldu. Tetris büyüdü, gelişti, renklendi, parçalar şekillendi. Bu güzide oyun en sonunda gameboy çakması 9999 in 1’lere kadar düştü. Ancak hiçbiri en basit versiyonunun tadını veremedi.

Her şey yokken Tetris vardı, ve her şey gittikten sonra da Tetris burada olacak.

"Thank you Mario, but the Princess is in another castle."

 

Super Mario

Mario hakkında fazla söze gerek yok. Her çeşit konsola uyarlanan, bugün bile hala yenileri çıkan Mario efsane lafını sonuna kadar hak eden bir ikon.

Prensesi için yapmadığı şey kalmayan bu romantik musluk tamircisi, belki de musluk tamircisi fantazisinin ilerleyen yıllarda patlama yapmasının sebebiydi. Aşkı uğruna mantar patlatır, kaplumbağalarla dövüşür, etçil çiçeklerle mücadele ederdi Mario, ancak Prenses’i hep yanlış yerde arar, her bölümün sonunda bizlere tarifsiz bir hüzün yaşatırdı. Mario da gelişen teknolojinin gazabına uğradı. Çeşitlendi, büyüdü, gelişti, uçtu, kaçtı, en sonunda “Başlarım böyle aşkın ızdırabına” diye Prenses’i unutup araba bile kullanır oldu. Ancak bütün bunlar ‘ne kadar basit, o kadar iyi’ ilkesini haklı çıkarmaktan başka bir işe yaramadı.

Çoğumuzun bu tür bir oyun konsolu alma sebebi olan Mario, çocukluğumuzun efsaneleri arasında yeri belki de en sarsılmaz olanı.

 

İkiz kuleler önünde karate keyfi.

International Karate

İşte Commodore 64’ün unutulmaz oyunlarından başka bir tanesi: International Karate. Street Fighter efsanesiyle aynı dönemde çıkıp ondan nasıl bu kadar kötü olabildiği merak konusu olan International Karate, en azından adının hakkını veriyordu. Sydney’de Opera binasının önünde başlayan kara kuşak maceramız bizi New York’a, oradan Çin’e, Fuji’ye taşıyordu. Hakemin emriyle başlayan mücadelede rakibimizi alt etmeye çalışıyor, sınırlı sayıdaki hareketten katiyen sıkılmıyorduk. Oyunun kendisini ısrarla oynamak isteyen oyuncuya en büyük meydan okuması ise tahammül edilemez müziğiydi. Şu an muhtemelen kimsenin 5 dakika bile tahammül edemeyeceği bu özel müzik, kim bilir, belki de zamanında oyuna renk bile katıyordu…

International Soccer

Intenational Soccer, muhtemelen tüplü Vestel televizyonların piksel’e doyduğu andı. Kim bilir kaç kişinin gözlerini bozan fosforlu yeşil bir sahada, sırf pembeli bayanın elinden kupa alabilmek için gözlerimizi birbirine sokar, elimizden geldiği kadarıyla fileleri havalandırmaya çalışırdık. Ancak daha ortada Sensible Soccer’ın s’si yokken bu oyundu elini taşın altına koyan. Belki de Konami’nin PES’te değiştirmeyi uzun süre reddettiği tek tip kağıt taraftarlar bu oyuna bir saygı duruşuydu…

River Raid

Peki uçak neden nehrin kıyısına temas ettiği an patlıyordu?

Çocuklar sabahları erken kalkıp gözündeki çapağı silmeden televizyon ve atariye sarılıyorsa, bu biraz da River Raid’in başarısıydı. Zaten kısıtlı olan oyun seçeneklerimiz arasında bir ikamesi bulunmayan River Raid pırıl pırıl parlıyordu. Burada amaç, nehrin kenarlarına veya düşman araçlarına çarpmadan ilerlemek, mümkünse de düşmanı yok etmekti. Şimdi böyle anlatınca ne kadar kısır bir oyun olduğu ortaya çıksa da, o zamanlar oyunda ilerledikçe ortaya çıkan güçlü gemiler, ateş eden helikopterler, kıyıdan bizi vurmaya çalışan toplar oyuna tarifi güç bir heyecan katıyordu.

İşte böyle; çoğunlukla Japonya ve ABD menşeili olan bu kültür ihracatları 90’larda evlerin baş köşelerine kuruldu, sokağa daha az çıkan çocukların tartışma konusu kısa sürede Mario’nun kaç kez bitirildiği oldu, komşunun oğlu bize daha sık gelmeye başladı, misafir çocukları bu oyuncağı çok sevdi, annemiz bize “Bırak yavrum o oynasın, sen her zaman oynarsın” dedi. Atari aşağı, Commodore yukarı bir dönem de böyle geçti.

 

This entry was posted in Gündelik Hayat and tagged , , , , , . Bookmark the permalink.

5 Responses to “Sen Hep Oynarsın”

  1. Pingback: Theme Hospital | 90'lar Müzesi

  2. ozgur says:

    prince of persia?

  3. Pingback: Street Fighter | 90'lar Müzesi

  4. Bugün hala bizim neslimiz PlayStation ya da XBOX gibi oyun konsollarının en büyük müşteri kitlesi ise bunu Commodore 64, Atari ve bu oyunlara borçluyuz… Bizler gibi 30’a gelmiş ve hala oyun oynamaktan keyif alan yetişkinleri büyüklerimiz anlamıyor ya da hala çocuk olarak görmeleri belki de bizim neslimizin bu kadar kısıtlı imkan ile bu oyunlarla tanışmamız ve çokça alternatif olmadığı için oyunlara sıkı sıkı bağlı olmamızdandır.

    Biz hiç bir zaman bir prensesin neden bıyıklı, bastıbacak bir muslukçudan yardım istediğini ya da o ülkede kaç tane saray olduğunu sorgulamadık, keza aynı şekilde bir uçak nasıl olur da nehir kenarına çarpıp patlar demedik. Ulaşabildiğimiz her oyunu piksel piksel oynadık ve imkanlar geliştikçe de devam ediyoruz… Yaşasın oyunlar :))

  5. Murat says:

    Kasetli comodore 64 ler efsaneydi benim için en dandik oyun için 2 saat yüklemesini beklerdik, sora o 4 metal çubuklu üstten kaset takılan karakutular çıktı ve saatlerce River Raid oynandı, keyfide heyecanıda çok başkaydı..

Leave a comment