İşte karşınızda çocukluk kahramanlarımızdan başka bir tanesi: ressam Bob Ross. Pazar günleri öğleden sonra TRT 2’de karşımıza çıkıp genç dimağları büyüleyen eli çabuk ressamımız. Bu komik saçlı ressam 5 dakikada biz çocuklar için Van Gogh’dan farksız olan tablolar yapar, aklımızı alır, bizi dünyanın en yetenekli insanı olduğuna inandırırdı.
Bob Ross’un ressam olmasının ilginç bir hikayesi var aslında. Florida, Orlando doğumlu Ross, ressam olmadan önce ABD Hava Kuvvetleri’nde savaş pilotuymuş. Florida’da yaşarken Alaska’ya tayin edilmiş ve bu eyaletin dağına taşına hayran olmuş. 10 yıllık pilotluk kariyerini hemen bir kenara bırakmış, iki fırça kapıp gördüklerini çizmeye başlamış.
Bu da Bob Ross tablolarının konusunu açıklıyor. Yani Alaska’nın vahşi doğası ve manzaraları TRT 2’ye konuk oldu. Hatırlayacağınız gibi gözlerimizin önünde sıfırdan başlayan tuvallerde yavaş yavaş dağlar, ağaçlar, göller, dereler, dağ evleri oluşurdu. Biz ne olduğunu anlamadan yarım saat geçer ve o yarım saatin sonunda da peyzaj tamamlanmış olurdu. Biz her şeyin ters gittiğini düşündüğümüzde bile kah spatulasını, kah yelpaze fırçasını alır, iki çizittirir ve sırf durumu kurtarmakla kalmaz, bir de hoş bir unsur ekleyiverirdi resmine.
Bir de biz resim bitti diye düşünürken ince bir fırça çıkarır, titanyum beyazı, prusya mavisi, van dyke kahverengisi derken iki basit hareketle hemencecik oraya bir ev, bir ağaç veya bir kuş sürüsü ekleyerek aklımızı alırdı. “Ağaç dediğin yeşil olur” mantığındaki düz izleyicilerini, sadece koyu mavi kullanarak yaptığı ağaçlarla büyülerdi. Sonuç da o kadar muntazam olurdu ki alıştığı renkleri ve tanımları terk etmek istemeyen izleyici bile koyu mavi ağacı sorgulamazdı.
Kim bilir kaç kişiyi ressam olmaya itmiş veya kaç kişiyi ressam olabileceğine inandırmıştı bu program. Bir şey iyi bir şekilde yapılırsa zaten kolay gözükür, ama buna ek olarak Bob Ross amcamız da sürekli yaptığı işin ne kadar olduğunu tekrarlayıp duruyordu. “Bakın buraya sıradağlar koyuyoruz, ne kadar kolay” veya “Şimdi gölün yanına mutlu bir ev ekleyelim. Görüyorsunuz ne kadar kolay” diyerek bizi durmadan gazlardı.
Bob Ross’tan etkilenmemek çok zordu. Özellikle de 7-8 yaşlarındaysanız. Tek bir fırça darbesiyle eşyayı yoktan var ediyor, hiçbir şeye benzemeyen bir karartı iki ince çizgi eklenince bir anda ağaç oluveriyor, dağların üzerine düşen titanyum beyazı bir anda karları ve gölgeleri oluşturarak dağların şeklini belirleyiveriyordu. Sadece üç saniye önce orada olmayan dağlar böylece var oluyor, bize hayret etmekten başka bir şey kalmıyordu.
Resimlere gelince, açıkçası o zaman güzelliğine hayret ettiğimiz resimler şimdi pek güzel gelmiyor. Belki de gerçekten de pek güzel değiller. Ama bu bizi hiç ilgilendirmiyordu. Harcanan emek ve zaman – ortaya çıkan eser düzleminde bu resimler gerçek bir şaheserdi.
1993’te kanser tanısı konan Bob Ross ertesi sene 52 yaşında hayata veda etti. Arkasında 31 sezona yayılan (1983-1994) 401 bölüm Resim Sevinci bıraktı. Yarım saatte müthiş şaheserler yeni ressamlar çıkmadan (hatta belki çıksa bile) Bob Ross’un gönlümüzdeki yeri, çocukluğumuzdaki önemi değişmeyecek.
Pingback: Barış Manço ile 7′den 77′ye | 90'lar Müzesi
Gerçekten kaçırmadan izlerdim ben de.Hatta bir gazete VCD lerini vermişti almıştım 🙂