Caesar III

90’larda oyun dünyası, birikimin ve seçeneklerin artmasıyla, yıllar sonra bile çekiciliğinden hiçbir şey kaybetmeyen birçok klasik kazandı.

Impressions Games ve Sierra’nın 90’ların uzatmalarında çıkardığı Caesar III de bunlardan biri. 1998’de piyasaya çıkan Caesar III, adından da anlaşılabileceği gibi serinin üçüncü oyunu, ancak haleflerinden kat kat başarılı olduğundan çoğu kişi için serinin belki de tek oyunu. Şehir kurma serileriyle ünlü Sierra’ya bu ünü ve sonsuz kredisini kazandıran oyun da temel olarak Caesar III. “Built a better Rome” ile kitleleri avlayan Caesar III, tıpkı vaat ettiği gibi bizlere Roma İmparatorluğu’nda kendi şehrimizi kurma imkanımızı veriyordu.

Her şey üç beş çapulcunun şehrimize yerleşmesiyle başlıyordu...

Yüce Sezar’ın dandik bir köye atadığı sıradan bir yurttaş olarak başlıyordu kariyerimiz. Komşu şehirlerdeki hayatlarından memnun olmayan adamlar, arabalarını çeke çeke açtığımız yerleşim alanlarına gelip yerleşiyor ve şehrimizin temeli böylece atılmış oluyordu.

İki kütük beş samandan oluşan bu evlerin sakinleri nereden geldiklerini çabuk unutuyorlardı. Su ve yiyecek gibi temel ihtiyaçları karşılandıktan sonra gelişebilmek için taleplerde bulunmaya başlıyorlardı. Başta çanak çömlek, tapınak, okul, doktor gibi makul oluyordu bu talepler, ancak sonra kantarın topuzu kaçıyordu ve bu mütevazi istekler zamanla şarap, zeytin yağı, bağ bahçe, etrafta güzel fıskiyeler, janjanlı yollar, mobilyalar, çeşit çeşit yiyecekler gibi lükse, hatta yeri geliyor “Bizim komşu, mahallemizin kalitesini düşüyor, o gitmeden gelişemeyiz” gibi gaddar taleplere dönüşüyordu.

Sonuçta bize güvenen bu halkı yarı yolda bırakmak olmazdı, elimizden geldiğince bütün talepleri karşılamaya çalışıyorduk. Ancak bir Roma valisinin dertleri bununla bitmiyordu elbet. Yeteri kadar itfaiye çalıştırmazsak şehrimizde zart zurt yangın çıkıyor, mühendislerimizin yeteri kadar vakit ayıramadığı binalar çöküyor, şehrimizin farklı yerleri vebaydı sıtmaydı derken hastalıktan geçilmiyordu.

Herkesi tatmin etmek çok zordu.

Bu felaketleri engellesek bile işimiz bitmiyordu, Sezar’ın nezdinde yükselebilmek için şehrimizi kah bir ticaret merkezine, kah bir ilim irfan yuvasına, kah düşmez bir kaleye dönüştürmemiz gerekiyordu. Bütün bunları yaparken de diğer alanlarda da bir minimumu sağlamak gerekiyordu. Örneğin sırf savaşları kazanıyorum diye ticareti görmezden gelemez, paranızı “Nasıl olsa Sezar yolluyor” diye har vurup harman savuramazdınız. Eksiye düşeni bir defa affederdi Sezar, o da sarhoş anına denk geldiğiniz için, yoksa böyle şeylerin acımasız Roma kulislerinde affı olmazdı. Sezar’ı tatmin etmek zaten zordu, hak ettiğimizden fazla maaş alırsak kızar, hediye olarak yolladığımız köleler, zürafalar, aslanlar kaplanlar zamanla kar etmezdi. Hele iyice tepesinin tası atarsa ordusunu yollar ezer geçerdi şehrimizi. Ordunuz varsa biraz direnebilirdiniz belki, otoriteye başkaldırmış bir isyancı misali sevinirdiniz. Ama ardı arkası kesilmeyen lejyonlar sonunda elbet sizi mahvederdi.

Sezar adamı sildi mi tam siliyordu.

Tatmin etmeniz gereken unsurlar halkınız ve Sezar değildi sadece. Bir de tanrılar vardı. Ceres, Neptün, Merkür, Venüs ve Mars’la sınırlandırılmış tanrılar bambaşka bir alemdi. Bu tanrıların hepsinin ödül ve cezaları ayrıydı. Kimi “Nerede benim tapınağım” diye küser, tanrılardan birine çok prim verirseniz diğerleri çocuk gibi kıskanır, kızar, şehrinizi yakar veya ekinlerinizi kuruturdu. Sirklerdeki tabak çeviriciler gibi olurduk tanrılarla uğraşırken, hepsiyle ayrı ayrı ilgilenmemiz lazım gelirdi birinin derdi biter diğerininki başlardı, hep aklımızın bir köşesinde durmalıydılar.

Tabii oyunda saç baş yolduran durumlar da yok değildi. Bu eksiklikler o kadar saçmaydı ki, iyimser bir bakış açısıyla oyuna renk de katabiliyordu. Marketin hemen yanındaki bir ev, sırf marketin satıcısı çıkar çıkmaz ters yöne gittiği için ASLA yiyeceğe ulaşamıyor, gelişemiyor ve bütün mahallenin kalitesini düşürüyordu. Veya şehirdeki son evi geçip giden bir itfaiye boş yolda yürümeyi daha uygun bulduğu için en kalabalık mahallenizde yangınlar baş gösterebiliyordu.

Şu bir gerçek ki oyunun sırrı ise büyük ölçüde ticaretti. Eğer sağlam bir altyapıya sahipseniz ve şehrinizi ziyaret eden kervanlara ve ticaret gemilerine mal tedariğini sağlayabiliyorsanız sırtınız yere gelmiyordu.

Şehrimizin güzelliği sonunda çektiğimiz çileye değiyordu.

Caesar III’ün sadece 10 bölümden oluşması zorluğu hakkında bir fikir veriyor aslında. Sierra’nın Caesar III’ten bir sene sonra çıkardığı, Eski Mısır’da şehir kurma oyunu Pharaoh’un onlarca bölümden oluştuğu düşünülürse, Caesar 3’ün en azından benzer uzunlukta olması için son bölümlerinin uzun ve zor olması gerekiyordu. Tabii her bölümde seçenekler mevcuttu. Dördüncü bölümden sonra askeri ve sivil olmak üzere ikiye ayrılıyordu yolunuz, ister bir sınır karakolu kuruyor, ister bir ticaret ve uygarlık merkezi inşa ediyordunuz. Oyundaki görevlerinizde yolunuz sık sık Türkiye’ye de düşüyor, Milet veya Tarsus gibi şehirleri sıfırdan kurabiliyordunuz. Ayrıca Valencia, Lyon, Milan, Londra gibi şehirleri kurma görevi bize verilince şöyle bir seviniyordu insan.

Bir de Türk oyuncular için kafa karıştırıcı bir unsur vardı Caesar III’te. Artık Türk oyunculara Sierra’dan bir jest midir, bizim hayal gücümüz müdür, yoksa inanılmaz bir tesadüf müdür bilinmez, okul binasına sağ tıkladığınızda (her binaya sağ tıklayınca o binayla ilgili bir ses efekti çalıyordu) tenefüse çıkan bir grup çocuğun çığlıkları arasında gayet açık ve net, Türkçe, “Ben de oynuyorum, ben de…” cümlesi seçiliyordu.

Oyunun üzerinden neredeyse 15 yıl geçmesine rağmen bu “Ben de oynuyorum”un sırrı hala çözülebilmiş değil.

Uzun lafın kısası, Casear III tartışmasız 90’ların oyun klasiklerinden biri; tıpkı Theme Hospital, Civilization II, Diablo ve Commandos gibi, yıllar sonra bile “Bir yüklesem de oynasam” demenizi garanti edebilecek ender başarıdaki oyunlardan.

This entry was posted in Bilgisayar and tagged . Bookmark the permalink.

10 Responses to Caesar III

  1. Pingback: Theme Hospital | 90'lar Müzesi

  2. onur says:

    link??

  3. Pingback: Diablo | 90'lar Müzesi

  4. onur says:

    evet, kesinlikle “ben de oynuyorum” sesi duyuluyordu okula tıklayınca. kimbilir nerede kaydettiler.

  5. nil says:

    ben hep “ben de oynayabilir miyim?” diye duymuştum çocuk sesini. Ayrıca, şehirde tek bir tek evin alev almasına rağmen roma yanıyormuş gibi olay çıkmasını unutamam, elim ayağım dolaşırdı her seferinde bir de roma halkı o kadar çanak çömleği yiyor muydu ki o kadar çabuk tükeniyordu diye kendi kendime sorarım hala.

    • melquiades says:

      Evet ya, aynen. Hani zeytinyağı şarap neyse de çanak çömlek sandalye masa bunları nasıl bu kadar tüketiyorlar anlamak mümkün değil…

  6. Can Soyaslan says:

    Bunun sadece benim kültlerimden olduğunu sanırdım.Yani oyun otoritesi beğenmişti ama pek hatırlanmıyor sanıyordum.Bu arada oyun içi videoları ne etkilerdi beah! Gerçek gibi görüntüler acaba böyle olurmu oyunlar derdik! Şimdi basit kalıyorlar ama hayal gücümüzde harikaydılar.

  7. Taha Şamiloğlu says:

    2001 AD civarında tanışmıştım sanırım sezar 3 ile. Ve evet o şehirde cirit atan veletlerden biri, okula sağ tıklandığında gayet net bir ses ile “ben de oynuyorum” diyordu. Tabi bunu seneler önce, birlikte Caesar III oynadığım dayıma söylediğimde, “hadi lan ordan” dediğini gayet iyi hatırlıyorum. Dayım artık yaşlanmaya başladı ama takdir etmek lazım, hala bilgisayar oyunlarına sempatisi var. Bir ara artık oynamaz iken bile beynimde Caesar III’ün nüfus arttıkça değişen müzikleri çalıyordu, “oyunu açık mı unuttum lan acaba?” diyordum kendi kendime. İşin ilginç tarafı oyun hala bilgisayarımda duruyor!

  8. Mrt says:

    Commandos ilk gözağrımlarımdandır aynı şekilde theme hospital, diablo gibi oyunlar da öyle ama hepsinin içinde commandos’un yeri başkaydı, sonradan oyunu fps ye çevirip tüm zevkini kaçırdılar orası ayrı

Leave a comment