Tilt

Eğlencemizin azımsanamayacak bir kısmını el kadar bir laptoptan, hatta internet gibi soyut ötesi bir kavramdan çıkardığımız şu tuhaf zamanlarda oyun ve oyuncaklarımızın üç boyutlu olduğu günleri hatırlamak gitgide güçleşiyor sevgili müzeseverler.

O günlerin zor hatırlanan bir cevherinde şimdi sıra; çocukluğumuzun tapınağı sayılabilecek loş atari salonlarının bir köşesinde avını bekleyen, Street Fighter’a yatırabileceğimiz nice dakika ve jetonu yiyen, ışıklarıyla, müziğiyle genç dimağları büyüleyen bir oyuncak, tilt…

Gel de oynama.

Tilt basit bir mantıkla çalışan etkileyici bir oyundu. Oyunun namusu metal topu, sağ taraftaki kolu kullanarak istediğimiz şiddetle oyun alanına sokmamızla başlardı oyun. Sonrasında da eğik yüzeyde serseri bir mayın gibi dolaşan metal topun en alttaki delikten düşmesini iki ufak kolun (flipper) yardımıyla engellemeye çalışırdık. Bu iki kol masanın iki yanındaki birer tuşla hareket ettirilirdi ve oyuna yaptığınız bütün katkı buydu aslında. Ancak iş bu kadar değildi tabii, oyun tahtası üzerindeki bilumum nesne beklenmedik durumlar yaratırdı bir defa, topun yönünü değiştiren engeller, en ufak temasta topu fezaya yollayan darbeli bantlar, tilt makinesinin gelişmişliğine göre kanallar, tüneller, delikler sonucu yaşadığımız “acaba ne olacak” stresi sürekli diken üstünde olmamıza yol açardı.

Biz böyle ışıklar ve müzikle hipnotize olmuş bir şekilde tuşlara abanırken sürekli tesadüfi şeyler olurdu. Top kah bir milyon puan veren özel bir noktaya değer, kah ortadan bir süre yok olur, daha sonra kanallardan döne döne gelip oyuna geri döner, kah bir şekilde bize bir can kazandırır, kah kolların uzanamadığı en yandaki kanallardan çaresiz bakışlarımız altında deliğe düşerdi. Biz ise elimizden geldiğince konsantre bir şekilde şansımızın yaver gitmesini ve skor tahtasına girebilmeyi umardık.

Şu bebeğe bakar mısınız...

Aslında bu tilt makinelerinin bir konusu olurdu, o topun deliğe düşmesini engelleyerek ya uzaylıların dünyayı işgal etmesini, ya zombilerin herkesi öldürmesini, ya da ne bileyim düşmanların kralın kalesine ulaşmasını filan durdurmaya çalışırdınız. Ancak biz bunun farkına pek varmazdık, bu büyüleyici makinenin önünde yaptığımız tek şey ağızımızdan tükürükler saçarak iki yandaki tuşlara ölümüne abanmaktı (strateji kurup oyun boyunca hesaplı atışlar yapan geleceğin dahilerini tenzih ederim). Tabii işin bir takım püf noktaları vardı, mesela topu fırlatırken top deliğe ne kadar yakında o kadar çılgın bir yere giderdi genellikle. Sonra refleksleriniz güçlü olacaktı örneğin ve paniğe kapılmayacaktınız. Kollara içine cin girmiş gibi abanmak yarardan çok zarar getirirdi ama bu farkındalığı pratiğe geçirecek serinkanlılığa sahip çocuk bulmak zordu.

90’larda neredeyse her atari salonunda bol bol bulunan tiltlerin sayısı 2000’lere yaklaşmamızla sessizce azaldı ve biz onlarla vedalaştığımızın farkına bile varmadık. Günümüzde sadece egzantrik bar ve mekanlara dekor olarak girebilen tilt, sanal olmayan oyunlarımızın en janjanlısı, en renklisi ve en büyüğüydü şüphesiz. Kendisine bu vesileyle hakkımızı helal ediyor, küçükken kendimize verdiğimiz “İleride çok zengin olunca evime bir tane alacağım…” sözünün gerçekleşeceği günü iple çekiyoruz…

This entry was posted in Oyuncaklar and tagged , . Bookmark the permalink.

1 Response to Tilt

  1. Anonymous says:

    Askerde eli boşluktan win98′ deki tilt oyununu hatmetmiştim. Gerçi bana hala daha saçma bir oyun gibi gelir ama insan bulaşınca bırakamaz.

Leave a comment